Hülya Taş
Biz önce yaşayacağımız mekânları belirleriz sonra da yaşadığımız mekânlar
bizi belirler. Yeşil küçük bir mahalle olmasına rağmen bir semt olarak anılır.
Bursa deyince akla Ulucami ile birlikte Yeşil Cami ve Türbe gelir. Yeşil
Bursa’da tarih boyunca gelip geçenlerin zümrüt parlaklığında müşahede ettiği
bir mekândır.
Neden tam yeşil değil, tam mavi değil de, mavi ve yeşilin karışımı bir
renk, yani zümrüt yeşili? Bu renk doğada olmasıyla birlikte, ecdadımız çini
sanatında kullanmış ve eşsiz, taklit edilemez bir forma ulaştırmıştır. Bu bir
ufuktur. Göğün mavisi ve yeryüzünün yeşiliyle sanatını meydana getirerek, dünya
idrakini gittiği yere hâkim kılmıştır. Bu değerli eserler yeryüzüne atılmış bir
imza mesabesindedir.
Yeşil mahallesi ismini Yeşil Türbe, Yeşil Cami ve imaretlerinden alır.
Yeşil Cami, Çelebi Mehmet Han tarafından, yaptırılmıştır. Mimarı Hacı İvaz
Paşadır. Cami erken dönem Osmanlı mimarisinin ilk örneklerindendir
ve ters T planında yapılmıştır. Yüksek binalar yapılmadan önce Bursa’nın
her yerinden görülebilecek bir mevkide imar edilmiştir.
Bu mahallede evler dip dibe, kucak kucağadır. Osmanlı sivil
mimarisinin güzel örnekleri sokak aralıklarını dolaşırken halen görülebilir.
Burada hayat cami, türbe, imaret ve medresenin etrafında ince ince şekillenmiş.
Eski yollar, kaldırım taşları, çeşmeler yok artık, ama tek tek keşfedilmeye
değer dar sokak aralıkları, yokuşları kolaylıkla çıkmaya yardımcı olan
zarif merdivenler ve merdivenlerden çıkarken evlerin değişen şekilleri
keşfedilmeye değer.
Yeşil, kalbimizin sıcak rengi. Huzuru, yeniden dirilişi ve hayatı
simgeliyor. Burada bir rengin sırrını ve varlık içindeki hal makamını uzun uzun
oturup keşfe çıkabilir, gözlerinizi kapatıp etrafı dolduran kalabalığın
seslerini dinleyip, insan arayışlarını anlamaya çalışabilir ya da kulaklarınızı
her şeye kapatıp kendinizi yalnızca caminin içindeki eşsiz huzura
bırakabilirsiniz.
Yeşil Türbe Osmanlı mimarisinde bütün duvarları çiniyle kaplı tek
türbedir. Çini ortaya koyduğu çok renkli yüzey alanlarını kaplama
özelliği ve kalıcılığı ile Türk süsleme sanatının en vazgeçilmez unsurlarından
biri olmuştur. Sekiz cepheli olan türbenin duvarları ile köşelerde oturtulmuş
mermer çerçeve ve kemerlerin arasında kalan kısımlar türkuaz renkli çinilerle
kaplanmıştır. Günümüze kadar geçirmiş olduğu onarımlarda bu çiniler büyük
oranda tahrip olmuş, yerine yeni çiniler konulmuştur. Sayısı azalan çiniler
kapının sol tarafındaki yüzeyde bir araya toplanmıştır.
Yeşil imaretleri, kullanılan rengi yani yeşiliyle ahreti, umudu, yeniliği
ve huzuru, ihtişamlı süslemeleriyle de dünya hâkimiyetini ve hedeflerini
simgelemektedir. Bu, dünya ahret dengesiyle örülmüş bir medeniyet tasavvurudur.
Çelebi Mehmet Han on bir yıl süren zorlu iktidar çatışmalarından sonra
Osmanlı birliğini yeniden tesis etmiş ve özellikle Osmanlı Devletinin hala
ayakta ve kudretli olduğunu göstermek amacıyla hiçbir masraftan kaçınmayarak,
Bursa’nın doğu cihetinde ihtişamlı bir cami yaptırmıştır. Cami birçok bakımdan
özel hususiyetlere sahiptir. Zümrüt yeşili çinileriyle, bununla birlikte
ham mermerin yapımı üç yılda tamamlanan giriş kapısı ve pencere kenarlarındaki
eşsiz işlemeleriyle meşhurdur.
Bâni-ı Sâni-i Devlet
Halim, şefkatli, mütevazı, fikri geniş, güzel ahlaklı, beyleri sofrasına
kabul eden, âlim ve sanatkârlar ile meclisinde görüşen, cuma günleri fakirlere
yemek dağıtan diye bahsediyor tarih kitapları ondan. Yeşil caminin
kitabesinde; “Şarkın ve garbın padişahı”, “Arabın ve acemin padişahı”,
“Rabbü’l-âleminin te’yidiyle müeyyed”, “Dinin ve dünyanın yardımcısı”, “Sultan
oğlu sultan” yazıyor.
Çok küçük yaşlarda hükümdarlık gibi büyük ve iddialı bir meselenin içine
girmiş. Hemen hemen bütün kaynaklarda “Osmanlı devletinin ikinci
kurucusu” olarak zikrediliyor.
Asker ve idareci kişilik olarak önde, aynı zamanda hâkimiyeti altındakilere
merhamet ve adaletiyle tanınmıştır. Mekke ve Medine ahalisinin bayrama mesut
girmeleri için hediye gönderme geleneği olan Sürre-i Hümayun, bazı kaynaklarda
Sultan Yıldırım Beyazıt, çoğu kaynağa göre ise, Çelebi Mehmet Han zamanında
başlatılmıştır. İlk Osmanlı donanması denizlere ve Avrupa’ya gönderilen ilk
Türk elçisi onun zamanında gönderilmiştir.
Anadolu’yu on bir yıllık zorlu bir çatışmadan kurtarıp tekrar huzura
kavuşturan büyük şahsiyet, ancak yeşillikler içindeki türbesine girince huzuru
bulabilmiştir. “Çocuk yaşımda bunca belaları kim çektim, kimse çekmiş değildir”
diyen Çelebi Mehmet Han, vefatında otuz iki yaşında bulunuyordu. Kısacık
hayatında çok meşakkatler gören padişah ölüm anında bile birlik ve dirliği
düşünüyordu. Ölümü ahali ve askerden kırk bir gün gizlendi.
Affetmek savaştan daha büyük bir yiğitlik ve cengâverlik olsa gerek. Çelebi
Mehmet için aslında savaşmış olmaktan çok, affetmiş bir erdir desek yanılmayız.
Affetmenin altında da cesur bir yürek yatar aslında. Gölgesinden bile korkan
milletler vardır, düşünmeden her şeyi herkesi düşman bilip ateş eder ve yok
eder. Tebaasını Müslüman ya da gayri Müslim diye ayırmamış, hepsini gereğince
taltif etmiştir. Kendisine ve ahaliye çok zorluklar çıkaran Karamanoğlu Mehmet
Bey’i bile, öldürme fırsatı eline geçmesine rağmen, sadece bir daha kargaşa
çıkarmayacağına dair söz alıp bırakmıştır.
Yaptırdığı mimari eserleri ve şahsiyetini incelediğimizde geçmiş ve gelecek
arasında bir köprünün nasıl kurulduğunu müşahede ederiz. Köprülerimizi yeniden
kazanmaya çabaladığımız, fikren, ruhen yeniden dirilmeye başladığımız bir
dönemde Çelebi Mehmet Han konuşulması ve incelenmesi gereken bir şahsiyettir.
Mimar Başı
Aşıkpaşazade şöyle demiştir; “Kılıç, kalem ve hesap sahibi ve nev’inin özü
idi… Âl-i Osman kapısında parçalarda çini evani ile şölen onundur ve hem gayr-i
iklimlerden sahibi hünerleri ol getirmiştir.
Sadakat, aşk, iştiyak kavramları onun şahsiyetiyle özdeş. Asker,
edip, sanatkâr. Hacı İvaz Paşa, Çelebi Mehmet Han henüz Amasya valisiyken
hizmetine girmiş ve hayatı boyunca ona büyük bir sadakatle bağlanmıştır. Zorluk
günlerini birlikte göğüsledikleri gibi ikbali de birlikte yaşamışlardır.
Hükümdar, yeniden kurulan bir hakimiyete uygun bir yapı istediğinde
aradığını karşısında bulmuş, mimarı ve veziri olan bu yetenekli zata güvenmiş
ve ortaya koyacağı eser için hiçbir masraftan kaçınmamıştır. Dünyaya ait
ihtişamıyla düşmanlarını ezerken, ahreti hatırlatan motifleriyle de
faniliğinden vazgeçmeyen bir mimari, bir padişah ile vezirin uyumu ortaya
ustaca ve zarifçe konulmuştur. Bu bir kutlama, görsel bir şölen, yüzyıllardır
süren ve sürecek olan mimari bir ziyafettir.
Ahşap olan zamanla kaybolup gitmiş. Mahalledeki birçok yapıyı biz şimdi
ancak eski fotoğraflarda görebiliyoruz. Yeşil Cami öyle bir temsil ve tarihe
atılmış büyük bir imzadır ki ham mermere ince nakışlarla, göz nuruyla
işlenmiştir. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde, mermer ustalarınca tam üç
yılda işlendiği ve işçiliği için kırk bin altın harcandığı bilgisini
almaktayız. Bu oymaların yakından incelendiğinde kısım kısım yarım
kaldığı görülür. Yarım bırakılan kısımlardan ne kadar ince bir işçiliğin
gerçekleştiğini anlayabiliriz.
Yeşil Cami diye adlandırılmasına sebep, kubbelerinin ve minaresi tacının
yeşil ve sırlı çini ile örtülü olup, güneş ışığı altında zümrüt gibi
parlamasıdır.” diye kaydetmiştir Evliya Çelebi. Bu caminin bir benzeri
Evliya Çelebi zamanında bulunmadığı gibi “ileri teknoloji ve her türlü imkana”
ulaşmış bizlerin zamanında da böyle bir mimari harikaya ulaşılamamış, hatta
aksi örneklerle zevk-i selim kayboldukça kaybolmuştur.
Mahalle
“Yeşile de deli gönül yeşile” dediği şiirine “Merhaba Yeşil” ismini vermiş
Bedri Rahmi Eyuboğlu. Şairin yeşili selamlaması çok manidardır. Selam bizim
kültürümüzde dua ve selametin simgesidir. Bursa’ya gelen yeşile gönül verir
elbet. İster istemez yeşilde huzur bulur ve yeşili tefekkür etmeye başlar.
Zamanın hızla akışına rağmen, yeşil ığıl ığıl akar buradan gelip geçene.
Yer yer kömür sobalı evler, sokak aralarında miskin kediler, çınar
ağaçlarının dallarında soğuktan korkmayan çılgın serçeler, cami avlusunda ve
içinde neşeyle koşturan çocuklar, yabancı ve yerli turistlerin meraklı
bakışları ve bunların arasında akıp giden zaman…
Bu mahallede dolaşırken kendini bırak. Bırak ayakların istediği yere
gitsin. Nasıl olsa her sokağın sonu yeşille karşılar seni. İstesen de
kaybolamazsın.
Onlar bu mahallenin sakinleri. Mahallenin en eskisi altmış yıldır
burada yaşayan Mehmet Durmuş. Bursa’nın ve mahallelerinin canlı tarih
kitapları oluyorlar bir anlamda. Bursa’nın yerlileri ağılıkları olarak
Çekirge ve Yeşil Mahallesinde yaşıyormuş. Şehre otobüs ilk geldiğinde Çekirge-
Yeşil arasında sefer yaparmış. Başka bir yere gidilecekse faytona binilirmiş.
Evlerimizde çeşme yoktu diyorlar. Bazı evlerin içinden su borusu
geçermiş ya da hemen hemen her köşe başında bulunan çeşmelerden evlere su
taşınırmış. Bazı çeşmeleri Ermeniler yaptırmış. Bu, çeşmelerin üzerindeki
Pontus Rum yazısından anlaşılırmış. Tabi bu su, terkos suyu değil, Uludağ’dan
gelen kar suyuymuş. Hemen hemen her evde küçük ve büyük baş hayvan
yetiştirilirmiş. Kırk sene evvel yağcı ve yoğurtçular omuzlarına astıkları bir
sopanın ucundaki bakraçlarla, sokak aralarında, sesleriyle geldiklerini belli
ederek satış yaparlarmış.
Ramazan ayının yaz sıcağına denk geldiği senelerde, Uludağ’dan kar
getirilip satılırmış. At ve eşek arabalarıyla köyden gelip yetiştirdiklerini
pazara sunarlarmış. Dondurmacı Recep amca varmış. “Ne güzel dondurma yapardı”
diyor içlerinden biri.
Mehmet Durmuş kendi düğününü anlatıyor. “ Bir elime kova bir elime
süpürge verdiler, yüzüme tıraş sabunu sürüp sokaklarda beni gezdirdiler.”
Hanımlar arası eğlencelerde çengiler çalgılarını çalıp eğlence yapılırmış.
Düğün salonu diye bir şey yok tabi. Düğünler İki katlı ve çoğunlukla bahçeli
evlerin bahçelerinde yapılırmış. Mahallede düğünlerde köy adetlerini yerine
getiren aileler halen bulunmakta.
Kişisel çabalarla aslına uygun şekilde restore edilmiş evler, bize mahallenin geçmişi hakkında fikir verir. Klasik Osmanlı mahallelerinde bütün sokaklar merkezdeki camiye çıkar ve evler pencereleri birbirine bakmayacak bir planla yerleştirilirdi. Artık kısa zamanda kolayca yapılan, gerek ses gerek görüntü açısından hiçbir mahremiyeti olmayan beton binalarda oturuyoruz. Yeşil bize sivil mimari hakkında çok şey söyler, bir hayat üslubunu ve zevk-i selimi hatırlatır. Bu doğal mimari, haddinden fazla yükselmeyen, tabiata meydan okumak yerine onun bir parçası olan formuyla, tarih boyunca gelip geçen pek çok şair ve mütefekkire ilham vermiştir.
Velhasıl Yeşil semti bir tarzı hayattır. Buraya gelir, gezer, çayınızı
içer, belki yemek yersiniz. Mutlak güzelliğin küçük bir yansıması olan, nakış
nakış işlenmiş sanatla huzur bulur, gidince tekrar özlersiniz. Her gelişinizde
biraz daha benimser, ger gidişte biraz daha özlersiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder