Hüseyin UYSAL
Ben tarihçi, sosyal bilimci ya da kültür araştırmacısı
değilim. Bu yazımı genlerime işleyen hislerime kulak vererek, önünü arkasını
düşünmeden yazacağım. Nasıl hissediyorsam öyle yani. Doğru, yanlış fark etmez, bencilce
kendimi ifade etmeye çalışacağım. Bu hakkı ben verdim kendime.
Artık az da olsa birbirimizi tanıyoruz. Ben Toroslar’dan
kopup gelmiş bir garip Yörük çocuğuyum. “Bir garip Orhan Veli” gibi. Binlerce
yıldır yürüye gelmiş bir kavmin yürüyen bir ferdi, üyesiyim. Bunun ne demek
olduğunu anlatmak, paylaşmak istiyorum bu gün.
Yörük iseniz, inatçısınız demektir. “Keçi inadı” benzetmesi
Yörük’lere hastır. Ben buna hep genetik alış veriş diye bakıyorum. “Körle yatan
şaşı kalkar” gibi. Lakabınız “hacı yatmazdır.” (benim de) Başınıza ne gelirse
gelsin düşer kalkar yolunuza devam edersiniz. Çünkü dağları aşmak sizin
meziyetiniz değil, bir sosyal etkinlik değil, spor ya da dağcılık faaliyeti de
değil, görevinizdir. Ömür biter aşılacak dağ bitmez. Bu dağda sizin ve hayvanlarınız
için ekmek yoksa başka dağda ekmeğiniz, otlağınız hazırdır. Sadece siz de
değil, eşiniz, saçı keçi gibi kırkılmış çocuklarınız, hayvanlarınız, bir adet
kül yarcı ile oğulmuş tencereniz, birkaç bakır tabağınız, denkleriniz, güneşten
kapkara olmuş yüzünüzü de yanınızda taşırsınız.
Bu yüzden mülkiyet bilinciniz gelişmez. Şehirde sürekli
çalışarak mülk edinmeye çalışanları anlamakta zorlanırsınız. Ev dediğiniz 3–5
metrelik kıl çadırdır sizin için. Yüz binler ödenecek, hayatınızı ipotek edecek
bir şey değil. Yörük yürüyebilen varlıklarıyla öğünür. Kadını, çocukları,
hayvanları bir de arka yükü.
Özgürlüğünüze düşkünsünüz demektir. Şehirler, iş merkezleri,
kırmızı ışıklar, talimatlar, kurallar, üstü kapalı tehditler, angaryalar,
angajmanlar size sökmez. Çünkü Yörüklerin doğa ve yaradan ile yaptıkları zimmi
bir anlaşma vardır. Bunun için ne yazılı bir metin ne de üç tarafın da imzası
vardır. Bu böyledir de ondan… Dolayısıyla dünyalık geçim derdi bu üçlü arasında
selamete ulaşır. Diğer ikisi yardım
eder, Yörük ise tırnaklarıyla çalışır.
Yörükler teknolojiye ait bir tek otomobili severler. Sadece
daha hızlı yürüyebilmelerini sağladığı için. Kamyonu katır, deve, eşek yerine,
otomobili ise atlarının yerine kullanırlar. Bir evim olsun istemem ama iki ev
parasını bir otomobile ödeyebilirim. Onu da küheylanım diye severim.
Eğer bir Yörük iseniz, dünyaya dair aşkların en iyisini
yaşarsınız. Ayaklarınızın altı yürümekten tırnaklı hayvanların ayakları kadar
nasır bağlar. Ancak o ayaklar bilerek bir çiçeği, bir kelebeği ezmez. Az
konuşurlar ama dilleri nasırlı değildir. Söze saza aşinadırlar. Her Yörüğün
cebinde bir kurumuş çiçek vardır. Kadınını da bazen bir çiçek gibi cebinde,
bazen bir muska gibi kalbinde, bazen de hasta kadınını sırtında taşır dağlar
aşırır. Gık demez. Vicdanlı ve hayat doludurlar. Sevdası da sevgisi de
hırçındır.
Açlığa dayanır, yokluğa dayanır ama sevdasızlık zor gelir.
Yediği yufka ekmekten daha yufkadır yüreği.
Cesurdur Yörük. Vahşi bir hayvanı tırnaklarıyla parçalayabilir,
yılanın başını avucunda ezebilir, vatanını korumak için düşmanını da
parçalayabilir. Ancak Çanakkale’de, Gelibolu’da yaralı düşmanını sırtında
taşıyan yiğitler de Yörük’tür.
Asidirler. Baş kaldırmayı, boyun eğmemeyi yaşam biçimi kabul
ederler. Doğaya hayata boyun eğmedikleri gibi otoriteye de boyun eğmezler.
Otoriteden de hiçbir şey beklemezler. Gölge etme yeter derler. Gölge ederse de
“Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir” seçeneği hep kenarda hazır bekler. Onları
otoriteye dahil etmenin tek yolu yufka yüreklerine ulaşmaktan geçer.
En önemli “yürüyen Yörüklerden” olan “Torosların hırçın
çocuğu” kıymetli yazarımız Yaşar Kemal’in kitapları ve yaşam biçimi bu ve
benzeri hikâyelerle doludur.
Hayattan ve ölümden korkmazlar. Bir Yörük yaşıyor ve yetişkinse
sağlıklı, sıhhatli ve dinç demektir. Çünkü çürüklerimizi ilk beş yılda yani
üreyemeden doğa ayıklar. O yüzden genetiğimiz sürekli iyileşe gelmiştir. Öleni öldüğü yerde gömmek bizde adettendir. Ölüm korkutmaz bizi, yaşamak da…
Sevgili dostlar ben bu konuyu çok sevdim doğrusu. Ne
zamandır benzer bir yazı kaleme almayı istiyordum. Bu konuyu bir ömür yazmaya,
eşim ve biri birinden kıymetli üç evladımla bu topraklarda yürümeye devam
ediyor olacağım…
Son olarak bir Yörük atasözü:
“Yörüğün evini bir
katır taşır, keyfini kırk katır taşıyamaz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder