Hüseyin GENÇ
Araştırmacı-Yazar
Bir davet üzerine 29-Haziran-2011
Çarşamba günü Bulgaristan'a gitmek üzere saat: 14.00'de otobüsle Bursa'dan yola
çıktık. İstanbul'a değin oradan buradan binenlerle koltuklar doldu. Otobüs,
Bursa-Rusçuk hattında çok uzun zamandan beri çalışan eski bir firmaya aitti.
Yolcuların büyük çoğunluğu çifte vatandaşlık hakkına sahip soydaşlardı.
Doğdukları yerleri ve akrabalarını ziyarete gidiyorlardı. Kaptan ve yardımcısı
yol boyunca yolculara çok iyi davrandılar. Yolcuları memnun edebilmek için
ellerinden gelen her şeyi yaptılar. İstemeden sık sık su dağıttılar. İkramlarda
bulundular. Oldukça rahat bir yolculuk yaptık.
Yolda
giderken hem yeniden akrabalarıma kavuşacağım için seviniyordum hem de 19 yıl
önce gördüğüm Bulgaristan'la, bugünkünü mukayese imkanı bulacağım için kendimi
şanslı sayıyordum. Nerelere gideceğimi, kimleri göreceğimi kafamda kurmaya
başladım..
Saat:
23.30 sularında Edirne'nin Lalapaşa ilçesine bağlı Hamzabeyli sınır kapısından
Bulgaristan tarafındaki Lesova'ya giriş yaptık. Polis ve gümrük memurları gayet
nazik davrandılar. Bulgaristan içlerine doğru ilerlemeye başladık.. Çok
geçmeden sağanak yağmur boşandı. Düzgün bir asfalttan 15 km. kadar yol aldıktan
sonra, Yanbol'a kadar bozuk yolda kaplumbağa hızıyla ilerleyebildik. Demek ki
Bulgaristan 19 yıl önceki gibi aynı hamam aynı tas misali, değişen pek bir şey
yok gibi görünüyor, diye düşünmeye başladım!. Bu düşünceler içinde
30-Haziran-2011, saat: 08.00'e doğru son durak olan Rusçuk kentine vardık.
Yolculuğumuz 18 saat kadar sürmüştü. Bizi karşılayanlarla birlikte 40 km. kadar güneydoğuda yer
alan Svalenik (Sulanık) köyüne gitmek üzere yola koyulduk. Kent dışına çıkınca
bu kez başka türlü bir şaşkınlık yaşadım. Sağımızdaki ve solumuzdaki bütün
tarlalar buğday, arpa, mısır ve gündöndü ekiliydi. Mısırlar ve gündöndüler adam
boyunu aşıyordu. Topraktan bereket fışkırıyordu adeta. Bir dekar bile boş arazi
yoktu. Tuna Platosu bej, sarı ve yeşil renklere bürünmüştü. Ünlü ressam Van
Gogh'un tablosu gibiydi görünüş. Bu güzellik
seyredilmeye değerdi. Bravo Bulgaristan'a ve Bulgarlara. Yoksulluk
çemberini bir ölçüde de olsa kırmışlardı. O büyük darbeye rağmen
yıkılmamışlardı. Sonraki günlerde bunu gezdiğim diğer yerlerde de gözlemledim.
Tarımda iyi bir hamle yapmışlardı. Toplulaştırma yapılan tarlaları
kooperatifler işletiyordu. Genelde eski 'kolhoz' yöneticileri başkan olarak
görev yapıyorlardı bu kooperatiflerde. Karşılığında dekar başına para veya ürün
veriliyordu çiftçilere. Üretim 200, 300, 500 ve hatta 1000 dekarlık büyük
tarlalarda yapılıyordu. Üretimde son
sistem bigisayarlı makinalar kullanılıyordu. Geniş otlaklarda mera hayvancılığı
yapılıyordu. Arıcılık son yıllarda daha da yaygınlaşmış. Lada, Moskoviç, Cuguli
gibi eski Rus arabaları hemen hemen hiç kalmamış. Bunların yerini Orta Avrupa
ülkelerinden birkaç bin levaya satın aldıkları ikinci el ünlü markalı arabalar
almış. Özellikle köylerde hemen her evde böyle bir araba görmek mümkün! Ayrıca
traktör, kamyon, kamyonet, jeep gibi araçlar da var. Benzin 3, Mazot 2,5 leva.
Pek de ucuz değil. İşsizlik en önemli sorun. Gençlere, emekli aylığı alan yaşlı
anne ve babaları bakıyor. Birçok köy boşalmış. Gençler Rusçuk'a ve gelişmiş
Avrupa ülkelerine gitmişler. Bu durumu şöyle bir çarpıcı örnekle açıklamak
isterim. Svalenik köyü ilköğretim okulunda (8 yıllık) okuyan elli öğrencinin
tamamı Türk kökenli. Kreşteki 20 öğrenciden biri dışındakiler yine Türk soylu.
Daha önceleri buradaki Bulgar nüfus ve öğrenci sayısı, Türk kökenlilerin iki
katı kadardı. Köyün tarihinde ilk kez Türk kökenden gelen birisi 'kmet'
(muhtar) seçilmiş. Şimdi 23 Ekim'deki yeni seçime hazırlanıyorlar. Yakın
çevredeki köylerde de durum, buradakinden pek farklı değil. Son yıllarda
buralardaki köylere, özellikle İngilizler ve Romanyalılar gelip birkaç bin
dolara bahçeli evler satın alıp yerleşmişler. Yemyeşil doğanın tadını
çıkarıyorlar. Yerleşmeler halen devam ediyor.. Svalenik'de böyle dört aile var.
Çevre köylerde daha da fazla. Bu yeni bir oluşum. Hatta bazı köylerde bu yeni
gelen Avrupa Birliği üyesi ülkelere mensup yabancıların sayısı yarıya ulaşmış.
Yerli halk bunlardan pek de hoşnut değil. Özellikle İngilizlerin bazı olumsuz
hareketlerini onaylamıyorlar. Rahatsızlık duyuyorlar. Buradaki insanların
önemli bir bölümü 'sosyalist rejimin' özlemi içinde!.
Bulgaristan
kentlerindeki durum, köylerden biraz farklı. Hemen her yerde eski Kominist
dönemden kalma sıvaları dökük, bakımsız binalar gözümüze çarpıyor. Anlaşılan
insanlarda yeterli miktarda para yok. İşsizlik almış başını gidiyor.. Avrupa
Topluluğu merkezinden belediyelere gönderilen yardım paraları derde derman
olmuyor! Bu olumsuz koşullara rağmen insanlar hallerinden pek de şikayetçi
değiller gibi görünüyorlar. Zevklerinden geri kalmıyorlar. Mutlu görünmeye
çalışıyorlar. Buldukları ile yetiniyorlar açıkçası.
Bugaristan'ın
o muhteşem yemyeşil doğası ile kentlerdeki yıkık dökük yapılar tam bir tezat
teşkil ediyor. Böyle olsa da ülkenin geçmişten gelen alt yapısı sağlam.
Çocuklar çok düşük bir ücret karşılığında kreşlere gidiyor. Eğitim-öğretim
parasız. Köylerde sağlık ocakları ve doktorlar var. Köylerin içindeki ara
sokaklar dahi asfalt ama çok yerde köstebek yuvası gibi delik deşik. Bu konuda
bir değerlendirme yapacak olursam; Türkiye'nin vitrini güzel, Bulgaristan'ınsa
vitrini pek güzel görünmese de genel yapısı daha iyi gibi. Toplum sağlam
temeller üzerinde oturuyor. Sosyolojik yapısı daha sağlam. İş zamanı işini,
eğlenme zamanı eğlenmesini biliyorlar. Özellikle köylerde çok erken kalkıp
çalışmaya başlıyorlar. İşlerini bitirdikten sonra da küçük küçük kafelerde
kahvelerini veya biralarını yudumluyorlar. Ev sofralarında genelde kendi
yaptıkları rakıları ya da şarapları içiyorlar. Barlarda iki leva olan yarım
litrelik şişe veya kutu biralar, marketlerde üç litreliği üç levaya satılıyor. Sudan
ucuz. Çoğu kimse su yerine bira içiyor. Kafelerde erkek bayan ayırımı yok.
Köylerde bile erkeklerle bayanlar aynı kafede birlikte oturabiliyorlar. Köy
insanları da kentliler gibi modern giyimli. Svalinik'de bir düğünde mini etek,
şort ve dekolte kıyafetler giyen bayanlar gördük. Kızlı erkekli tango
yapmalarını ve horon tepmelerini izledik. Eski Türk folklorundan fazla bir şey
kalmamış.
RUSÇUK
Bugaristan'ın
yüzölçümü 110912 km.2,
nüfusu 7 500 000 dolayında. 23 ili var. Ülkenin ortasında; batıdan doğuya
Balkan dağları uzanır. Türkiye'ye ve başka ülkelere göç nedeniyle Türk
kökenlilerin nüfusu her geçen yıl biraz daha azalıyor. 2001 yılındaki nüfusları
746000'di ve bu rakam %10'a tekabül ediyordu. 2007'deki nüfusları 588000'e
düşüyor. Oran olarak da %8 civrında.
Bulgaristan'la
ilgili genel bir çerçeve çizdikten sonra, şimdi de Rusçuk ve çevresini tanımaya
çalışalım.
Eski
Roma kalıntıları üzerine kurulmuş bir kent burası. 1393 yılında Yıldırım
Bayezit tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. O yıldan sonra buralara
Yörükler gönderilerek yerleştirilmiştir. F. S. Mehmet Karaman Beyliği'ni
ortadan kaldırınca, halkının büyük çoğunluğunu buralara sürmüştür. Yöre Osmanlı
döneminde büyük gelişme göstermiştir. O
dönemde bütün Balkanlar'da olduğu gibi burada da güzel şeyler yapılmıştır.
Anadolu'dan daha çok, buraların kalkınmasına önem verilmiştir.
Kent 1448'de saldırıya uğruyor. Bu saldırı
püskürtülerek, kentin yağmalanması önlenmiştir. 1659'da Bulgar Piskoposu Filip
Stanislav; burada 6000 ahşap Türk evi, 30'dan fazla cami olduğunu belirtir.
Ruslar 1800 yılında kente yeniden saldırıda bulunurlar.. Muhafız Ahmet
Paşa ve birçok Osmanlı askeri
katledilir. 27- Eylül -1810'dan 4-Temmuz-1811'e değin 9 ay 7 gün işgal altında kalır. Sonunda sadrazamın
ordusu işgalci güçleri püskürtmeyi başarır. 1829 ve 1863 yıllarında Ruslar yine
saldırıda bulunurlar. Bunu fırsat bilen Bulgar teba isyana kalkışır. Müşir İsmail Hakkı Paşa
başkanlığında kurulan olağanüstü bir mahkeme ayaklananları yargılamıştır.
25-Nisan-1838'de yapılan sayımda, nüfusun yarıdan çoğunun Türk olduğu tespit
edilmiştir. Şehirde ayrıca Bulgarlar, Ermeniler, Romenler, Sırplar, Ulahlar ve
Çingeneler de yaşıyordu. Kenti korumak için de 1000 Osmanlı askeri sürekli
görev yapıyordu. Özellikle Mithat Paşa'nın Tuna Valiliği'nin merkezi olarak
burada görev yaptığı (1864-1868) yıllarda önemli bayındırlık atılımları
gerçekleştirilmiştir.
Rusçuk
Kalesi'nin 1760, 1773, 1787, 1820. 1822 ve 1828 yıllarında onarıldığı Osmanlı
kayıtlarına girmiştir.
1795
de zuhur eden koleradan dolayı kent halkının önemli bir bölümü çevre köylere
dağıtılmıştır.
1872'de
bir barınma evi kurulmuştur. Ardından sadece kız çocukları için ayrı bir
barınma evi daha açılmıştır. Aynı yıllarda birçok Bulgar köyüne kiliseler inşa
edildiği kayıtlara geçmiştir.
Kent,
1877-1878 ('93 Harbi) Osmanlı- Rus Savaşı'ndan sonra (21- Şubat- 1878) Ruslar'a
terkedilir. Bulgaristan'ın Prenslik olduğu 1878 yılına değin 485 yıl, 1908'de
bağımsızlığını kazananıncaya değin geçen süreye göre ise 515 yıl Osmanlı egemenliği
altında kalmıştır.
Evliya
Çelebi Rusçuk kalesinin Tuna nehri
kıyısında olduğunu yazar. Kalenin doğusunda, ahşaptan yapılma iner kalkar bir
kapısının bulunduğunu belirtir.
Kalenin
ilk kuruluş yeri olarak Lom çayının ağzı gösterilir. 1810'da Kutuzov
kalesi ile birlikte Osmanlı tahkimatı da
yıkılmıştır. İkinci kale Tuna'nın karşı kıyasındaki Karaköy'de idi. (Georgia)
Kentte;
'93 Harbi öncesi 9 cami, 7 tekke, 21 han, 3 çarşı hamamı, 1540 dükkan,
medreseler ve 4310 ev bulunuyordu.
Camiler:
Rüstem Paşa, Boyalı, Kurmulu, Arasta, Kara Ali ve Kadı. Ayrıca Hatipoğlu ve
Hasan Efendi mesçitleri de vardı. Rüstem Paşa Camii Mimar Sinan'ın eseriydi.
Kentteki
Üryani Mehmet Efendi'nin türbesi dua etmek isteyen veya bir dilekte bulunmak
arzusunda olanları kendine çekiyor.
Rusçuk
– Varna demiryolu 1864 ile 1867 yılları arasında inşa edilmiştir.
Çalışmalara atı üzerinde dolaşarak
bizzat Mithat Paşa'nın kendisi nezaret etmiştir. Hattın geçeceği güzergahı dahi
kendisinin belirlediği söyleniyor. Sıkı bir çalışma ile 224 km.lik demiryolu 2
yıldan biraz fazla bir sürede bitiriliyor.
Rusçuk
Kuzey Bulgaristan'da Tuna nehri kıyısında, denizden 250 km. uzaklıkta
bulunmasına karşın liman kenti görünümünde büyükçe bir yerleşim. Mithat Paşa
zamanında ; ırmaktaki taşımacılığı geliştirmek için 'Tuna Vapurları Şirketi'
kurulmuştur. Tuna'da işleyen gemilerin uğrak yeri olan bir iskelesi var. Tuna
üzerindeki köprü Bulgaristan'la Romanya'yı birbirine bağlıyor. Üzerinden kara
ve demiryolu geçiyor. Tuna'nın karşı tarafında göz alabildiğince dümdüz uzanan
Romanya'nın Eflak ovası bulunuyor.
Bundan
25-30 yıl kadar önce nüfusu 200000'i geçen kent, Türkiye ve Orta Avrupa
ülkelerine göç nedeniyle bugünkü nüfusu 150000 dolayına düşmüş. Kent içinde
yaşayan Türk kökenli Bulgaristan vatandaşlarının sayısı 7500 dolayında. Yani %5
kadar. Türkler kentin daha çok batı yakasında Ermenilerle yanyana oturuyorlar.
Sarıbayır denilen bu mevki eskiden beri Türk mahallesi olarak biliniyor.
Mahallenin alt taraflarındaki Çayku denilen semtte halen faal vaziyette iki
cami var. Bunlardan daha büyükçe olanı 1867 yılında Seyit Paşa tarafından
yaptırılmış, adını da o zattan almış. Şu anda bakım ve tamire alındığından
ibadete kapalı durumda. Cami avlusunda gezinirken, cenaze defnetmekten dönen
İmam Seyit Tarakçı ile karşılaştık. Kendisi Rusçuk'un Lojva köyünden. Biraz
sohbet ettik. Camiyi açarak içini gezdirdi bize. Tavanda ve yan duvarlarda
hasar vardı. Tamir ettireceklermiş ama yeterli paraları yokmuş! Vakıflardan ve
Müftülükten yeterli yardım alamıyorlarmış. İmam Seyit Tarakçı Türkiye'den
hayırseverlerin yardımlarını bekliyor. İş adamlarımıza ve Büyükşehir Belediye
Başkan'ına duyurulur. Hocayla irtibat kurmak isteyenler 0886056708 numaralı
telefonundan iletişim sağlayabilirler. Cami müezzini Halil Yavaş ve Hatip
Turgay da yardımlarınızı bekliyor. Caminin hemen yanıbaşında Rusçuk İmam Hatip
Okulu var. Bina eski bir Osmanlı yapısı. Görkemli görünüşü ile bakanları
cezbediyor. Biraz ilerisinde 'Müftülük' binası bulunuyor. Bu çevrede ayrıca
vakıflara ait eski binalar var. Aynı şekilde Svalenik köyünün camisi de şu anda
tamirde. Para yetersizliğinden onarım işi yarıda bırakılmış. İmam İsmail Efendi
buraya da bir hayırsever eli uzanmasını bekliyor!.
Rusçuk'taki
diğer sağlam camide 8 Temmuz günü cuma namazı kıldık. Türkçe hutbenin ardından
Bulgarca hutbe dinledik. Türkçe ve Arapça dışında ilk kez böyle bir şeye tanık
olduk. Cami çıkışında bunun neden böyle olduğunu öğrendik. Meğer Türkçe
bilmeyen Pomak Müslümanlar için Türkçe hutbenin bir de Bulgarcası okunmuş! O
gün camide mevlüt de vardı. Cemaate küçük yiyecek paketleri dağıtıldı. Caminin
dış kapısının yanında sıra sıra kadınlı erkekli dilenciler bekleşiyordu.
Müftülük ve İmam Hatip Okulu da bu çevrede. İmam Hatip Okulu'nun bulunduğu
tarihi binaya eskiden 'Nazım Hikmet Okulu' deniyormuş!
Kentin
en büyük camisi olan Tombul Camii, 1960'lı yıllarda Kominist yönetim tarafından
yıktırılmış. Bugün yeri boş. Sadece camiler değil, o devirde kentin en büyük ve
en görkemli kilisesi de yerlebir edilmiş. Şimdi bunun yerine daha küçük bir
modelini inşa ediyorlar. 19 yıl önce gittiğimde harap bir vaziyette gördüğüm
şehir hamamının yerinde bugün havuzlu bir park var. Belki de hamamı anımsatsın
diye havuz kenarına anadan üryan birkaç kadın heykeli konmuş.
Rusçuk
adeta bir parklar, müzeler ve heykeller kenti. Hemen her meydana Stefan Karaca,
Baba Tonka gibi halk kahramanlarının, yazarların veya sanatçıların heykelleri
dikilmiş. Onlarca büst ve heykelcikle donanmış her taraf. Ama bu kente çok
büyük hizmeti dokunan Mithat Paşa'nın bir büstü bile yok.
Geniş
caddeleri, bulvarları ve tarihi yapıları ile insanı derinden etkiliyor. Tarih
ve doğanın içiçe olduğu modern bir kent. Kaldırımlarda satıcı veya satılık eşya
kesinlikle göremezsiniz. Alış-veriş için bir dükkandan içeri girdiğinizde size kimse
müdahalede bulunmaz. Malların etiketleri üzerindedir. Beğenirseniz alırsınız.
Beğenmezseniz çıkar gidersiniz. Kimse sizi zorlamaz. Trafik de çok güzel
işliyor. Yayalar için kırmızı ışık yanıyor olsa dahi yola adımınızı attığınız
anda motorlu araçlar hemen duruyor. Bu da insana verilen önemi gösteriyor. Orta
ve Batı Avrupa ülkelerindeki kurallar uygulanıyor. Bu konuda diğer Avrupa
ülkelerine uyum sağlamayı başarmışlar.
Türk
Mahallesi'nin daha batısında eski Rusçuk kalesinin harap haldeki ana giriş kapısı
bulunuyor. Bulgarlar '93 Harbi'nden (1877-1878) sonra kente giren Rus ordusunu
burada karşılamışlar.
Kentin
güneyindeki tepe üzerinde, Balkanların en yüksek televizyon kulesinin yanında,
Osmanlı zamanında askeri kışla ve cephanelik olarak kullanılan kesme taşlardan
yapılma bir yapı var. Burası XVII. yy. dan kalma. Bulgarlar buraya 'Levend'
diyorlar. Şimdi lokanta ve eğlence yeri olarak kullanıyorlar. İçinde onlarca
odası var. Her odaya bir Avrupa ülkesinin adı verilmiş ve o ülkenin tarihi ile
kültürel özelliklerine göre dizayn edilmiş. İsteyenler gruplar halinde burada
yemek yiyebiliyorlar. Yeri gelmişken açıklayayım: Bulgaristan'da yemekler ordör
tabağı ve bir kadeh rakı sunulması ile başlıyor. Bunu çorba izliyor. Sonra
köfte veya ızgara geliyor. Yanına salata ve tarator (cacık) konuyor. Rakı
faslından sonra isteyen bira ile devam ediyor. Bu sırada sıcak börek
getiriliyor sofraya. Çerez ve meyve de konuyor. Yemeğin sonunda tatlı ikram
ediliyor. Bu usul köyde ve kentte de aynı.
Bulgarlar
güleç yüzlü, saygılı insanlar. Biz Türkler gibi onlar da konuksever. Kiminle
karşılaşsak samimiyet ve hürmet gördük. '89 Tehciri'nin yaraları sarılıyor.
Todor Jivkov'un yaptıklarından dolayı bütün Bulgar ulusunu suçlayamayız.
Gördüklerimden ve yaşadıklarımdan edindiğim izlenim şu: Bulgar Türk bu ülkede
kardeşçe yaşıyor. Bu huzuru yeniden bozmaya kimsenin hakkı yok.
Yoksullara
yardım burada da yapılıyor. Ancak ihtiyaç sahiplerini bir komisyon belirliyor
ve yılda birkaç kez kendilerine gıda yardımı ulaştırılıyor. Köylerde ve
kentlerde yalnız yaşayan yaşlı insanlara çok cüzi bir ücret karşılığında her gün
sıcak yemek götürülüyor.
MÜZELER
08.07.2011
Cuma günü rehberim ve tercümanım Hayri Sakallı ile Bulgar yazarlarından Zahari Stoyanov'un adı
verilmiş olan, XIX. yy. dan kalma eski bir binadaki ev müzeyi ziyarete gittik. Binanın otantik yapısı
korunmuş. Müze görevlisi Bayan Teodora Bakırcıyeva samimi bir hava içinde bizi
odasına kabul etti. Bizimle ilgilenirken yan gözle açık olan bilgisayarına
bakıyordu. Kendisi Mithat Paşa ile ilgili Bulgarca bir kitap yazmış. Şimdi II.
cildini hazırlıyor. Birçok basılmış eseri var. Çalışkan, bilgili bir bayan
olduğu her halinden belli. Gayet mütevazı ve sempatik bir görünüşü var. Sıcakkanlı
bir bayan. Ana dilinden başka Türkçe, Fransızca, biraz Almanca ve Osmanlıca
yazı dilini de biliyor. 'İngilizce öğrenmediğim için üzgünüm' diyor. Türkçeyi
pek akıcı konuşamıyor. Mithat Paşa hakkında ne gibi bilgiler olduğunu sorduk
kendisine. İlginç şeyler anlattı. Bir Türk olarak değil de, bu kente hizmet
etmiş değerli bir insan olarak, Mithat Paşa'nın bir büstünün müze önüne veya
kentin herhangi bir yerine dikilmesi için girişimde bulunamaz mısınız? Diye
sorunca gülümsedi. Boynunu eğdi. Bu konuda yetkili olmadığını anlatmaya çalıştı
sanki! Kısa bir suskunluğun ardından o da bize birtakım sorular yöneltti.
Mithat Paşa'nın Mevlevi ve Mason olup olmadığı hakkında bilgimizin olup
olmadığını sordu. Bu konuda yeterli bilgiye sahih olmadığımızı ancak, halk
arasında söylenti şeklinde böyle bilgiler dolaştığını bildirdik. O anda aklıma
Abdülaziz'in öldürülmesi geldi!. Abdülaziz'in ölümünden sonra Mithat Paşa'nın
isteği ile yerini alan Padişah V.
Murat'ın mason olması, Paşa'nın fikrini ve etkisini gösteriyor. Konuşmalarımız
soru yanıt şeklinde sürdü. Son olarak Mithat Paşa ile ilgili ilginç gördüğü bir
olayı anlatmasını istedim.
Prusya Konsolosu'nun Yahudi asıllı karısı Katerina
Kalis ile aralarında bir aşk ilişkisi doğuyor. Bu gizli aşkı başkalarının
öğrenmemesi için tenhalarda buluşuyorlar. Sevdaları her geçen gün biraz daha
alevleniyor. Paşa o güzel kadına iyice tutuluyor ve ona hediye etmek için büyük
ve güzel bir ev yaptırmaya karar veriyor. O sıralarda birçok yerde ev, han,
hamam, saray ve köprü gibi binalar yapmış olan ünlü usta Rusçuk'a dönüyor.
Mithat Paşa bu işinin erbabı ustaya Tuna'ya karşı büyükçe bir konak yaptırıyor.
Konak kısa sürede bitiyor. Paşa evi sevgilisi Kaliopa'ya (halk arasında bu
isimle anılıyor) armağan edecek ama bunu nasıl gerçekleştireceğine bir türlü
karar veremiyor. Çünkü evi doğrudan doğruya kendisine verse, aşkları ortaya
çıkacak ve belki de dedikodu başlayacak.. Bir skandala yol açmamak için dolaylı
bir plan hazırlar. Buna göre; Rusçuk'ta yaşayan sosyete kadınları arasında
tüfekle atış yarışması düzenlemeye karar verir. 10 kadın atları üzerinde
yarışma alanına gelirler. Mithat Paşa etrafına belli etmeden 9 kadına içi
kurusıkı dolu silahlar verir. Sevdiği kadına ise içinde kurşun ve saçmalar
bulunan tüfeği uzatır ve: “Şimdi bir ak güvercin uçuracağım. Siz vurmak için
sırayla ateş edeceksiniz. Güvercini kim vurursa, yeni yaptırdığım konak onun
olacak” der. Güvercin uçurulur ve arka arkaya atışlar başlar.. 9 kadının atışı
boşa gider. En sonda yer alan Kaliopa, yaptığı atışla güvercini düşürür ve evi
kazanır. (Her katılımcı için ayrı bir güvercin uçurulmuş olması daha mantıklı
geliyor bana!) Mithat Paşa kimseye çaktırmadan amacına ulaşmıştır.
Ancak
buna fazla sevinemiyor. Zira Paşa görevden alınıyor.
Mithat
Paşa vefat ettikten sonra, kızından olan torununun adını Mithat koyarlar. Ancak
II. Abdülhamit bundan rahatsız olur. Adının değiştirilmesini ister. Bunun
üzerine çocuğun adı Numan olur.
İlginç
öyküyü dinledikten sonra müzenin diğer bölümlerini gezdik. Müzenin yan
tarafındaki avlu içinde; Tombul Camii haziresinden çıkarılan yazılı gömüt
taşlarını gördük. Tek tek resimlerini çektik. Söylendiğine göre; bunların
arasında; XIX. yy. başlarında 10000 kişilik ordusu ile III. Selim'i tahta geçirmek için İstanbul'a
gelen, ancak O katledilince çocuk yaştaki II. Mahmut'u tahta oturtan Alemdar
Mustafa Paşa ailesine ve Rusçuk Ayanı Tırsenikli İsmail Ağa'ya ait olanlar da
var! Anımsanacağı üzere zikredilen o olay şöyleydi: III. Selim sanatsever ve
ıslahatçı bir padişahtı. Sosyal alanda yaptığı yenilikler ile 'yeniçeri
ocağı'nın yanısıra bir de 'Nizam-ı Cedit' denilen yeni bir askeri teşkilat
kurması, ulemayı ve uremeyı tedirgin etmişti. Kabakçı Mustafa adında bir
sergüzeşt halkı ve yeniçerileri padişah III. Selim aleyhine ayaklandırdı. Her şeyi,
her yeri yakıp yıktılar. III. Selim'i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa'yı
geçirdiler (1807). Nizam-ı Cedit taraftarları Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa
Paşa'nın yanına sığındılar. O da yenilik taraftarı bir paşa idi. Alemdar 10000
kişilik ordusu ile İstanbul üzerine yürüdü. İlk olarak elebaşı Kabakçı Mustafa
yakalanıp boynu vurduruldu. III. Selim'i yeniden padişahlığa oturtmak için
saraya doğru harekete geçildi. Ancak isyancılar III. Selim'i katlettiler. Bunun
üzerine Alemdar Mustafa Paşa, II. Mahmut'u tahta geçirdi. Kendisi de sadrazam
oldu. Fakat bir süre sonra sarayı basan asiler, onun cephaneliği ateşleyerek
kendisini öldürmesine neden oldular (1808).
Mithat
Paşa'nın yardımcısı İsmail Kemal Bey bir Rum kadınla evlenmiş ve bundan 10
çocuğu olmuş.
Ünlü
Ressam Osman Hamdi Bey de Mithat Paşa'nın ahpabı idi.
O
devirde Rusçuk'da Türkçe ve Bulgarca yayınlanan Tuna Gazetesi' yazarı Ahmet
Mithat Efendi, Paşa'nın yanında büyümüştür. Onun himayesi altına girmiş fakat
sonradan araları açılmıştır. Gazetenin yönetim yeri şehir merkezi
yakınlarındaydı. Ruslar, '93 Harbi
sırasında burayı topa tutarak valilik ile diğer yönetim binalarını yıkıp
yok etmişlerdir.
Mithat
Paşa'nın sevgilisine ev hediye etme öyküsü, Rusçuk'a bağlı Svalenik köyünden
Ahmet Hüseyinov Kulov tarafından daha değişik bir şekilde anlatılıyor. Şöyle
ki:
Mithat
Paşa'nın biri Türk, biri Bulgar, biri Yahudi ve biri de Rum olmak üzere dört
eşi varmış. Buradan ayrılırken, evini eşlerinden birine bırakmak istemektedir
ama gönlü Rum asıllı eşinden yanadır. Bunun için, hiçbirinin anlamayacağı
şekilde bir düzen kurar. “Şimdi size birer tüfek vereceğim. Uçuracağım
güvercini kim vurursa bu ev onun olacak” der ve planını uygulamaya koyar.
Eşlerinden üçüne kurusıkıyla dolu tüfek, en çok sevdiği Rum asıllı karısına ise tam dolu tüfek vererek uçurulan
güvercine sırayla birer el ateş etmeleri istenir. Rum asıllı kadın uçan
güvercini vurur ve evi kazanır.
Özel
sohbetimizde gülümseyerek kendi kızının yakın zamanda bir Perulu ile
evlendiğini söyledi Bayan Bakırcıyeva. Son 20-25 yıldır değişik uluslardan
gençlerin birbirleri ile evlenmeleri yaygınlaştı. Kimbilir devrimle kurulamayan
sınıfsız dünya devleti belki de böyle bir evrimle kurulacak!.
Mithat
Paşa zamanının önünde giden bir devlet adamıydı. Valilik yaptığı yıllarda,
kentteki asayişi ve güveni sağlamak için bir polis ve jandarma teşkilatı
kurmuştur. Kent o zaman bile modern Avrupa kentlerini aratmıyordu. M. Kemal'in,
demokrasi ve cumhuriyet konularında onun fikirlerinden esinlendiği
söylenegelmiştir. Kendisi Sofya'da ateşe iken Rusçuk'a gelip gelmediğini
bilmiyoruz ama Mithat Paşa'nın Rusçuk civarında kurduğu çiftlikten de haberdar
olsa gerek. Zira kendisi Cumhurbaşkanı olduktan sonra Anadolu'nun birkaç
yerinde (Ankara, Yalova gibi..) çiftlikler kurmuştur.
İngilizce
orijinal adıyla 'Zahari Stoyanov Hause Museum' görevlisi Bayan Teodora
Bakırcıyeva'nın yanından ayrılıp hemen yakınındaki, Mithat Paşa'nın sevgilisine
hediye ettiği ve şimdi İngilizce söyleyişle 'Urban Lıfestyle Museum' adıyla
anılan, eve gittik. Binanın görünüşü eski Türk evlerini andırıyor! Müze
yetkilisi Bayan Desi Desisleva bizi çok güzel karşıladı. İki katlı evin her
tarafını gezdirdi. Aslında buraya ev demek biraz hafif kaçıyor. Konak demek
daha doğru. Duvarlar ahşap kaplı. Konağın içi XIX. yy. eşyaları ile teşrif
edilmiş. Mobilyalar göz alıcı. Tavan süslemeleri bir harika. Hayran olmamak
elde değil! Bakmaya doyamıyor insan. Üst katta bir kuyruklu piyano dikkat
çekiyor. Görevli bayan her şeyi uzun uzadıya anlattı.. Zamanın içinde geriye
doğru bir yolculuğa çıkmış gibi olduk sanki!
Mithat
Paşa'nın sevgilisi bayan vefat edince, evi bir başkası satın alıyor. Alan
kişi içini kendi zevkine göre yeniden
restore ediyor ve yeni eşyalarla döşüyor. Eşyalar ve tavan süslemelerinin bir
bölümü o kimseye ait. Bu tür müzeler biz de neden kurulmaz ki?! İstense tarihi
eşyalar toplanarak her ilçede bir müze ev oluşturulabilir. Zaman henüz geçmiş
değil. Bir nesil sonra XIX. ve XX. yy. lardan kalma hiçbir eser bulamayacağız,
onun için daha vakit varken bu fırsatı değerlendirmek gerekir. Tarihi
eserlerimize ve tarihi varlıklarımıza sahip çıkmalıyız.
Buradan
tam Tuna kıyısındaki İngilizce adıyla 'Natıonal Museum of Transport' denilen
Gar Müzesi'ne gittik. İstasyon binası
1864 yılında Avusturyalı bir mimar tarafından kesme taştan yapılma gösterişli
bir yapı. Rusçuk'un ve Osmanlı'nın ilk tren istasyonu burası. Müze görevlisi
Marinka Yurdanova boyu posu ve endamı ile tam bir Bulgar güzeli. Kendisi aslen
Svalenik köyünden. Bize müzeyi o tanıtıp gezdirecekti. Tarihi eski vagonların
bulunduğu bölüme geçtik önce. Orada gördüğümüz bir lokomotif, Padişah
Abdülaziz'in bindiği vagonu çekmişti. Buradan Abdülaziz'in seyahat ettiği
vagonun bulunduğu kısma atladık. Vagon mavi boyalı ve binilen kısmın iki tarafı
süslemeli. Vagona iki basamakla çıkılıyor. İlk girilen bölüm sofa şeklinde
düzenlenmiş. Dört köşesinde nöbetçi askerler için yerler ayrılmış. Salonun iki
tarafına karşılıklı olarak birer oda konmuş. Biri Abdülaziz'e biri de
haremindeki eşleri için ayrılmış. Abdülaziz'e ait kompartımana girince tam
karşıda üç kişinin rahatlıkla oturabileceği mavi kumaşla kaplı geniş bir koltuk
göze çarpıyor. Kapıdan girişin sağ yanında tuvalet, sol yanında abdest alma
yeri bulunuyor. Camlar perdeli. Vagon odada ibrik, nargile, tespih gibi bazı
özel eşyalar var. Bunları incelerken öldürülüşü düştü usuma. Öldürülmesinde
Mithat Paşa'nın da parmağı olduğu söylenegelmiştir. Ancak bu husus tam
manasıyla açıklığa kavuşturulmuş değildir. Karşısındaki harem olarak ayrılmış
vagon odası da bunun aynısı. Farkı, yaşmak gibi kadınlara has bazı eşyaların
olması. Epeyce resim çektik. Anı defterini imzaladık. Vagondan çıkarken hemen
önümüzde akmakta olan Tuna'yı seyrettik. İşte bu koca ırmak atalarımızın
atlarını suladığı suydu. Öte yakada Romanya'nın Georgia (Karaköy) kasabası ve
Bulgaristan ile Romanya'yı birbirine bağlayan Tuna köprüsü. Manzara şahane.
Yavaş adımlarla vagondan inip, tekavül denilen küçük demiryolu aracına bindik.
Yeniden resimler çekip, Bayan Yurdanov'la vedalaşıp oradan ayrıldık. Hatırımdan
çıkmayacak iki şey aklımın bir köşesine yerleşmişti. Biri Abdülaziz'in vagonundaki
koltuğa oturmam diğeri de konuştuğu Bulgar dilini bilmememe rağmen Bayan
Yurdanov'un nazik sesi.
Bir
gün içinde birçok yer ve birçok şey görmüştük. Tarihin derinliklerine dalıp
gittim. Atalarımız bu topraklar için nice canlar vermişlerdi. Buralara nice
hizmetler yapılmıştı. Ama geride kalanlar unutulup gitmişti.
Dört
gün sonra birkaç tanıdık kişi ile birlikte aynı müzeyi bir kez daha görmeye
gittik. Bu kez bizi müze görevlisi Daniçka Georgieva gezdirdi. Atalarımızın
yadigarlarını bir kez daha görüp inceleme fırsatı bulduk.
ÇİFTLİK
18
Temmuz günü Mithat Paşa'nın en önemli eserlerinden biri olan çiftliği görmek
için yola çıktık. Adı geçen çiftlik Rusçuk'un 12- 13 km. kadar güneydoğusuna
düşüyor. Yolda giderken çiftliğin kuruluş öyküsü düştü usuma! Anlatılanlara
göre:
Mithat
Paşa Rusçuk çevresinde bir örnek çiftlik kurmaya karar verir. Ancak yeri
konusunda bir türlü seçim yapamaz. Sonunda aklına bir fikir gelir. Bir tane
hayvan kestirir ve bunun çiğ etinden bir parçasını Rusçuk'un doğusuna, bir
başka parçasını batısına, diğer bir parçasını da Rusçuk'un güneyinde şimdiki
çiftliğin bulunduğu arazi üzerindeki birer ağaca astırır. Et parçaları üç gün
süreyle buralarda gözetim altında tutulur. 3. günün sonunda doğudaki ve
batıdaki etlerin kokuştuğu görülür. Güneydeki bir ağaçta asılı olan et
parçasında ise henüz daha bir şey yoktur. 'Buranın havası sağlam, çiftliği
buraya kuralım' der. Hemen kuruluş çalışmalarına başlanır. Gerçekten de
çiftliğin kurulu bulunduğu alan, Rusya ve Romanya üzerinden gelen soğuk rüzgarları
alan bir yerdedir. Burada kış çok sert geçer.
Çiftlik
binlerce dekar arazi üzerinde kuruludur. Gerçekte çiftliğin bugün üzerinde
bulunduğu arazi çok daha genişti. Batı sınırı, şimdiki Rusçuk- Razgrat
(Hazargrat) yolunun 15. km.sindeki
eski bir Osmanlı hanı üzerinde kurulu olan ve bir Ermeni tarafından işletilen
'Hançeto' adlı motel ile dinlenme tesisine dek uzanıyordu. Zamanla kapladığı
alan daraltılmış. Paşa'nın o zamanki amacı burada modern tarım teknolojilerini
uygulamaktı. Osmanlı'da ve Bulgaristan'da modern tarım bu çiftliğin kurulması
ile başlamıştır diyebiliriz.
Svalenik
köyünden mihmandarım ve tercümanım Mehmet İbrahimov Topalov ile birlikte
çiftliğe yaklaşınca tabelayı görüyoruz. Yavaş yavaş ilerleyerek etrafı
incelemeye başlıyoruz. Ana kapıdan girmeden önce, genişçe bir bekleme alanı
var. Çiftlik ağaçlarla kaplı. Arabadan inip, izin için bir çalışanla
konuşuyoruz. Bir şey demeden yanımızdan uzaklaşıyor. Girişe göre sol yanımızda
üç katlı büyükçe bir bina var. Burası muhtemelen idare binası olmalı! Yavaş
adımlarla dikkatli bir şekilde çiftlik arazisine giriyoruz. Ortalıklarda pek
kimseler görünmüyor. Binalar bakımsız, sıvasız ve yıkık dökük. İçeriye doğru
biraz ilerleyince; 'Burada teknik tarım yapılıyor' diye Bulgarca bir tabela
görüyoruz. Yüksek ağaçların arasından geçince karşımıza üç katlı büyük bir taş
bina çıkıyor. Burası da yine Mithat Paşa tarafından kurdurulan 'Teknik Ziraat
Okulu'. Öğretmen olduğunu sandığım bir bayan giriş kapısının önünde duruyor.
Bizimle hiç ilgilenmiyor. Yan tarafta bir genç oturuyor. Yanımdaki rehberimle
Türkçe konuşunca, o da söze karışıyor.
-Siz
Türkiye'den mi geliyorsunuz?
-Evet.
Sen Türk müsün?
-Türk'üm
ya. Şu ilerideki Kule köyünden.
-Burada
ne yapıyorsun?
-Okuyorum.
Öğrenciyim.
-Yaa!.
Kaç öğrenci var bu okulda?
-Yüz
kadar. Eskiden daha çoktu. Burayı bitirenler kolhozlarda bırgadirlik yani
başkanlık yaparlardı. Sosyalizm döneminde Bulgaristan'ın en değerli
okullarından biriydi burası.
Onu
orada bırakıp çiftlik içinde dolaşmaya devam ediyoruz. Ulu ağaçların arasında
eski yıkık binalar göze çarpıyor. Bir yerde artık kullanılmayan sera
kalıntıları görüyoruz. Burayı geçince eski hurda araç ve gereçlerle dolu bir
alana geliyoruz. Burada köpekler karşılıyor bizi. Miyadı dolmuş traktörler,
pulluklar, ekin biçme makineleri, döver biçerler, kamyonlar üst üste yanyana
duruyorlar. Bunlar Sosyalizm döneminin artık çalışamaz haldeki makine ölüleri.
Bunlara bakarken iri yarı bir görevli çıkıyor karşımıza. Mithat Paşa döneminden
kalma araç gereç olup olmadığını sorduk kendisine. Bilmediğini söyledi. Bu
çiftlikte neler ekildiğini sorduk. Buğday, arpa, mısır ve gündöndü ekildiğini
belirtti. Eskiden daha değişik ürünler de ekiliyormuş! Buradan geriye dönüp
meşe, gürgen, akasya ve çam ağaçlarının arasından geçince okulun spor salonunu
gördük. Sonra yine dev ağaçların arasından girişe doğru ilerlemeye devam ettik.
Aralarda tek tük eski yapılar yer alıyordu. Bunlar eski idare binaları ve
burada çalışan mühendislerin, öğretmenlerin ve işçilerin lojmanlarıydı. Sık
ağaçların arasından geçerken bir tabela gözümüze çarpıyor. Yazının altındaki ok
ileride at bakıldığını belirtiyor.
Batıya
doğru yönelince eski binalarda yaşayan yoksul insanlarla karşılaştık. Binaların
yanına tenekeden barakalar da kondurulmuş! Kapı önlerinde birşeyler yiyip, bira
içiyorlardı. Bize bön bön baktılar. Çiftlik sahipsiz gibi görünüyordu. Otantik
yapısı bozulmuştu. Herkes yan gelip yatıyordu. Ortalıkta çalışan malışan
görünmüyordu. Sanki Mithat Paşa'nın Çiftliği değil de 'Ali Baba'nın Çiftliği'.
Mithat Paşa'nın kemikleri sızlıyordur!.
RUSÇUK'UN YAKIN ÇEVRESİNDEKİ OSMANLI İZLERİ
Rusçuk'a
bağlı Svalenik köyünün batısında 'Pametlik' denilen ormanlık mevkide;
14-Temmuz- 1878'de 137. Rus Birliği'nin Ezerçe Cephesi'nde Osmanlı ordusu ile
savaşırken ölen askerleri için bir anıt dikilmiş. Anıtı Ruslar yapmış.
Köylülerin söylediğine göre; anıtın alt tarafında daha 30 kadar askerin
gömütleri varmış ama bunların taşları zaman içinde yok olup gitmiş. Burada
toprağın altında yatan askerler üniformaları ile gömülmüş. Ayrıca çevrede
Osmanlı askerlerine ait gömütler de bulunuyormuş ama bazı sinsi eller bunları
ortadan kaldırmış.
Rusçuk'un
15 km.
kadar doğusunda bir yapay gölün (bent) kenarında bulunan orman içinde 'Ayazma'
denilen bir yer var. Osmanlı zamanında buraya 'Tekke' deniyormuş. Burada
dervişler barınırmış. Ormanın güneybatısında 'Yörükler' denilen bir mevki
bulunuyor. Gölün kenarına şimdi güzel bir Bulgar köyü kurulmuş.
Rusçuk'un
35 km.
kadar güneybatısında Türklerin Cernevi, Bulgarların Çerven dedikleri bir kale
var. Bu kale 1388 yılında Osmanlı topraklarına katılmış. Burada bir süre
Osmanlı askerleri barınmış. Geçmişte kalenin alt tarafındaki köyde, 30 hane
kadar Türk yaşarken bugün göç nedeniyle hiç kalmamıştır.
Rusçuk yönünden giderken Tırnova kavşağından
Plevne – Sofya asfaltı sapağına döndükten bir süre sonra Yantra ırmağı üzerinde
eski bir Osmanlı taş köprüsüyle karşılaşıyoruz. Hala sapasağlam. Yalnız araç
trafiğine kapatılmış.
Rusçuk, Razgrat, Tirgovişte (Eskicuma), Şumnu,
Silistire ve Varna illeri eski Tuna vilayetinin topraklarıydı. Bu yörenin orta
kısımları 'Deliorman' olarak adlandırılmaktadır. Bulgaristan'da Kırcaali
civarından sonra Türklerin ikinci en yoğun yaşadıkları yerler buraları. Burası
tam bir Türk bölgesi. Oralarda dolaşırken insan kendini Türkiye'de sanıyor!.
Buralarda yaşayan Türkler genelde Anadolu'dan getirilmiş Yörükler. Osmanlı
döneminde bu topraklardan Koca Yusuf, Kara Ahmet gibi ünlü pehlivanlar
çıkmıştır. Anılan yörede bu yıl mahsüller çok güzel. Daha güneyde Türkiye
sınırına yakın olan ve Doğu Trakya denilen yörede ise pek iyi değil. Buralarda
Burgaz, Svilengrad, Yanbolu ve Topolovgrad gibi kentler var.
Razgrat
yakınlarında Kemaller (İsperih) ile Kubrat arasında eski adıyla Mumcular köyü
yakınlarında Alevi-Bektaşi şeyhlerinden Demir Baba'nın türbesi yer alıyor.
Kendisi aynı zamanda güçlü bir pehlivanmış. Belli zamanlarda burada onun için
anma törenleri düzenleniyor. Çevredeki Aleviler akın akın burada toplanıyorlar.
Bu çevrede birçok Alevi köyü bulunuyor. Yaşlıların söylediğine göre, Şeyh
Bedrettin de buralara kadar gelmiş. Rusçuk'a bağlı tek bir Alevi köyü var.
Oranın adı da: Sinanköy. Bulgarlar Alevilere 'Pamet' diyorlar. Razgrat yaşayan
yaşayan Türk kökenli halkın bir bölümünün Peçeneklerin bakiyesi olduğu
söylenir.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ'NİN RUSÇUK İL MERKEZİNİ ZİYARET
Rusçuk'a
gelmişken bir de genellikle Türk kökenli Bulgaristan vatandaşları tarafından
desteklendiği söylenen 'Hak ve Özgürlük Partisi'nin (DPS) il merkezini ziyaret
edelim dedik. Rusçuklu Türk kökenli iş adamı Basri Sakallı aracılığıyla
başkandan randevu aldık. 8 Temmuz günü öğleden sonra, birkaç kişi ile birlikte
partinin kentin merkezi yerindeki il başkanlığına gittik. Bizi Sekreter Ayten
İsmailova karşıladı. Geniş salondaki büyük masanın etrafına sıralandık.
Duvarlarda siyasetçilerin resimleri ile Bulgaristan haritası vardı. Başkan
yoktu. Bir işi için dışarıda olduğunu, biraz sonra döneceğini bildirdi sekreter
Hanım. Bu arada bize kahve ikramında bulundu. Kahvelerimizi yudumlarken,
sekreter Ayten Hanım'a partinin genel ve buradaki çalışmaları ile ilgili
sorular yönelttim. Ondan öğrendiklerim özetle şöyle:
2004'te
kentteki Türk nüfus 7000 dolayında imiş. Bu da yaklaşık % 5'e tekabül ediyor.
Ülke
genelinde oy barajı % 4.
DPS %8'lik bir oy oranına sahip.
Parti
3 kmet (muhtarlık) ve bir belediye başkanlığı kazanmış Rusçuk ilinde.
Yıllara
göre seçimlerde aldıkları oy orannı da şöyle:
2001
Parlamento Seçimleri: 2560 oy.
2003
yerel Seçimler : 1310 oy.
2005
Parlamento Seçimleri : 3986 oy.
2007
Avrupa parlamentosu Seçimleri : 3642 oy.
2007
Yerel Seçimler : 2128 oy.
2009
Avrupa Parlamentosu seçimleri : 3220 oy.
2009
Bulgaristan Parlamentosu Seçimleri : 5564 oy.
Biz
bunları konuşurken İl Başkanı Davut İbrahim'de geldi. Tanışma faslından sonra
buraya neden uğradığımızı söyledik. Bizi güler yüzle ve saygıyla karşıladı.
Uzun boylu, kültürlü ve Türkçeye son derece hakim bir zat. Düzgün ve aksansız
konuşuyor Türkçeyi. Siyasi litaratüre hakim görünüyor. Rusçuklular kendisini
sevip sayıyorlar.
-Evet
Sayın Başkan, sekreterinizden bazı bilgiler aldık. Müsaade ederseniz şimdi size
birkaç soru yöneltmek istiyorum, dedim.
-Buyrun,
dedi.
-Öğrendiğimize
göre 23 Ekim'de Bulgaristan genelinde yerel seçimler yapılacak. Bununla ilgili
çalışmalarınız nasıl gidiyor?
Biz
daha birkaç ay öncesinden seçim çalışmalarına başladık. Mahalle mahalle, köy
köy dolaşıyoruz. Partimizi ve politikamızı halkımıza tanıtmaya çalışıyoruz.
Yeni taraftarlar yeni seçmenler kazanmak için uğraş veriyoruz. Partimizin genel
başkanı Sayın Ahmet Doğan ile sıkı ilişkiler içindeyiz.
-Partinizin
Rusçuk'taki üye sayısı ne kadar?
-Önceki
yıllarda 1500 kadar olan üye sayımızı 2086'ya çıkardık. Bunu daha da arttırma
gayreti içindeyiz. Emel Etem Hanımefendi partimizin Rusçuk milletvekili. Bundan
önceki yerel seçimde Rusçuk genelinde toplam 8 yöneticilik kazandık. Rusçuk
Belediyesi'nde 3 danışmanımız, 3 çalışanımız var.
Yeni
hedefiniz ne?
-Bu
sayıyı en az bir artırmak.
-Bu
sizce bir başarı mı olur?
-Başarı
sayılmalı. Zira imkanlarımız kısıtlı.
-Ataka
Partisi ile ilişkileriniz nasıl?
-Siyasi
anlamda onlarla pek irtibatımız yok. Türk düşmanlığı yaratarak oy toplamaya
çalışıyorlar. Ama sağduyulu Bulgar halkı bu oyuna gelmiyor. Biz yüzyıllardır bu
topraklarda birkaç münferit olay dışında kardeşçe yaşadık. Geçmişe bir sünger
çekmek istiyoruz. Bu birliği artık kimse bozmamalı. Son günlerde Sofya'da; bir
cami hopörlerinin sesinin fazla açılması nedeniyle istenmeyen birtakım üzücü
olaylar yaşandı. Ama halk bu tepkiye fazla itibar etmedi. Aslında bu olayın bir
benzeri yaklaşık iki yıl kadar önce Rusçuk'daki Seyit Paşa Camii'nin
hopörlerinin fazla açılması nedeniyle yaşanmıştı. Bunlar münferit olaylar.
Planlı hareketler değil. Rusçuklu Türk kökenli iş adamı Basri Sakallı araya
girerek bahsi geçen olayı anlattı.. Kendisi daha önce partide faal olarak görev
yapmış bir kimse.
-Devam
edelim Sayın Başkan. Sizin Potansiyel oylarınız nerelerden ve kimlerden?
-Genellikle
Türk kökenlilerden, Pomaklar'dan, Gagavuz'lardan ve Türkçe konuşan Romanlar'dan.
Daha doğrusu bütün Bulgaristan. Etnik siyaset yapmıyoruz.
-Vize
konusu ne durumda?
-Bulgaristan
ile Türkiye arasında vizenin kaldırılması konusunda önerilerimiz ve
çalışmalarımız devam ediyor. Umarım kısa zamanda bir sonuç alınır. Bu konu
hükümetleri ve Avrupa Birliği'ni ilgilendiriyor. Ama hiç olmazsa Bulgaristan
doğumlulara ve yeşil pasaport taşıyanlara bu hak tanınmalı diye düşünüyoruz!.
-Son
olarak Türkiye'de yaşayan çifte vatandaşlık hakkı kazanmış olan Bulgaristan
kökenlilere ne mesaj göndermek istersiniz?
-Hiç
çekinmesinler! Seçimler sırasında gelsinler. Oylarını kullansınlar. Kahveler
bizden. Başka bir dileğim yok. Türkiye'ye selam..
Son
cümleler tebessüme yol açtı.
-Peki
! Teşekkür ediyorum. Seçim çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Bu
söyleşiden 10 gün kadar sonra, Sayın Başkan'la
Rusçuk'un 40 km.
kadar güneydoğusundaki Svalenik köyünde muhtar (kmet) adayı belirleme
çalışmaları sırasında bir kez daha karşılaştık. Burada yapılan çekişmeli bir
kongrenin ardından; 4 aday arasından Türk kökenli Muhtar Ayten Hanım'ın
önümüzdeki seçimlerde yeniden aday gösterilmesi kararlaştırıldı. Umarız
başarılı olur.
Rusçuk ve bölgesi ile ilgili, haberler ve ilginç olaylar.
YanıtlaSilhttp://seslav.blogspot.com/
size nasıl ulaşabilirim hüseyin bey
YanıtlaSilŞebnem Hanım, yazarımıza iletmek istediğiniz mesajınızı bize bildirebilirsiniz, bu konuda kendisiyle irtibata geçeceğiz.
Sil