Ramis Dara / Edebiyatçı
Pek çok ülkede
kültür bitkisi olarak yetiştirilen şakayıklar Anadolu’nun en sevilen yaban
çiçeklerinden. Baharda Bursa, Kastamonu, Çanakkale, Yozgat’ın kırlarını
süslüyor. Türkiye’de 10 türü yetişen bitki bazı bölgelerde kan çiçeği ismiyle
anılıyor. Mayısta Bursa ve Yalova’nın köylerinde çıkacağınız bir yolculukta,
unutamayacağınız güzelliklerle karşılaşabilirsiniz.
Otomobilin müzik çalarından Muazzez Abacı’yı dinliyoruz. Söz, Ayten Baykal. Beste, Erdoğan Berker: “Bırak aksın sırma saçın telleri / Tak üstüne yazmadaki gülleri / Yonca kokan o kınalı elleri / Kıymet bilen ele uzat, şakayık...”
Rast şarkı şu sözlerle bitiyor: “Sen kırların çiçeğisin, şakayık”.
Mayısın en güzel günlerinden birinde kırlara yol alıyoruz. “Kırların çiçeği” denen sevgilinin peşindeyiz. Efsane mi gerçek mi anlamak, yolumuza çıkarsa görmek, bakmak, incelemek istiyoruz. Otomobilin direksiyonunda, Bursa’nın en çiçek sever eczacısı Yalçın Oğuz var, arkada ise arkadaşlar.
YÖRÜKLERİN KULAK SÜSÜ
İlk durağımız Akçalar. Bursa’nın 25 kilometre batısında, Ulubat (Apolyont) Gölü’nün doğusunda, 3 bin dolayında nüfusu olan bir belde. Bir evin dibindeki minik bahçede açılmış iri kırmızı çiçeklere “Dağ zambağı” adının verildiğini öğreniyoruz. Çiçeğin buraya nereden getirildiğini sorduğumuzda Uludağ köyleri adres gösteriliyor. Öyleyse ver elini Uludağ. Birkaç kilometre ötedeki Fadıllı köyünü geçip yavaş yavaş dağa sarıyoruz. Kısa bir süre Nilüfer’den çıkıp Mustafakemalpaşa İlçesi’nin topraklarına ulaşıyor ve Ayvaköy’e uğramadan Kazanpınar’ın topraklarına dalıyoruz. Bu küçük köyün artık kullanılmayan ilkokul binasıyla çeşmesinin karşısındaki tepeye yürüyor ve burada ağaçlar altında çok ilginç çiçeklerle yüz yüze geliyoruz: Doğu noelgülü (Helleborus orientalis), ağlayan gelin (Fritillaria), güzel kırlalesi (Anemone blanda), çuhaçiçeği (Primula vulgaris), yabani orkide (Orchis) ve başkaları... Asıl hedefimiz Akçalar Beldesi’nde gördüğümüz “Dağ zambağı”nın getirildiği doğal alanlar. Türkiye genelinde ayıgülü, eşekgülü, bocur gibi adları da olan, Bursa’da yörük çiçeği denilen şakayıklardan (Paeonia peregrina Mill.) burada öbek öbek görüyoruz, ama henüz tam açılmamışlar, tomurcuk halindeler. Şakayıka, Kazanpınar köyünde yörük çiçeği denilişinin hikâyesi mi?.. Yörede kadın erkek herkes yakalarına, kasketlerine, kulaklarının arkasına, açtıklarında mutlaka bu çiçeklerden takarmış. Böyle bir çiçeğe başka ne isim verilir?
BU ÇİÇEĞİN KAÇ İSMİ VAR
Sonra ver elini Körekem. Bursa’ya 50, Mustafakemalpaşa’ya 25 kilometre mesafedeki bu küçük köyde 80 yaşlarındaki Şerif Ali Turan’la konuşuyoruz. Bu arada bakkalın karşısında, yol kıyısına bırakılmış beş-altı şakayık görüyor, şaşırıyoruz; bizimkiler, yani Kazanpınar’dakiler açmamışlardı oysa... Buradaki adını soruyoruz çiçeğin. Turan karadülbent gibi bir şey söylüyor. Bakar mısınız; aynı çiçeğin üç köyde üç ayrı adı var!..
Yola devam! Uğurlupınar’ı geçiyor, Söğütalan’a ulaşıyoruz. Burası 18 kilometre mesafedeki Mustafakemalpaşa’nın bucak merkezi; ama fazla büyük bir yer değil. Ormanlık, harika bir yer... Çiçeğimiz burada kâme adıyla karşılıyor bizi. Ve Taşpınar’dayız. Mustafakemalpaşa’ya 17, Bursa’ya 52 kilometre mesafedeki bir Çepni (Oğuz Türkleri’nin bir boyu) Köyü. Yatırın üzerinde “Halk evliyalarından, Anadolu erenlerinden Şükrü Dede” yazıyor büyük harflerle. Üzerinde de işlemeli çevreler. Başucunda, cuma akşamları, mum yakıp evlilik, zenginlik, sağlık dileğinde bulunulan bir bir seki var... Birbirine benzeyen esmer köylüler, dedelerinin çadırda doğduğunu, burada yerleşik düzene geçtiklerini anlatıyor. Verdikleri tarih, 1800’lerin sonlarına tekabül ediyor. Eğitim düzeyini soruyorum, “üniversiteli çok” diyorlar. Geçimleri işçilik, hayvancılık. Söğütalan’da Türkçe öğretmenliği yapan bir delikanlı, Mustafa Dalkıran’la tanışıyoruz. Körekem’den aldığım şakayıkları gösteriyorum köylülere. “Yaban lalesi” diyorlar. Bir dakika, bir dakika... Bu kaçıncı ad? Paeonia peregrina, Şakayık, Ayıgülü, Bocur, Yörük Çiçeği, Dağ Zambağı, Karadülbent, Kâme, Yaban lalesi...
ORKİDE SÜRPRİZİ
Harika göl manzarası eşliğinde yola devam! Tarihi hazineleriyle duyduğum Dorak’ın yanından geçiyor, Onaç köyünün kendisini görmeden topraklarında konaklıyoruz. Yalçın Bey’in özenle hazırladığı güveç, yaktığım ateşte fokurduyor... Rastladığımız yaşlı köylü, az aşağıdaki çeşmeden bahsetmişti. Yemekten sonra çevreye bakınıyor, bulamıyoruz. Çocukluğu Ege dağ köyünde geçmiş bana yakışır mı bu? Israrla arıyor, buluyorum. Aslında önemli olan çeşme değil, yabani orkide bahçesine rastlama hayali. Ulubat Gölü’ne bakan bir yamaçta 50-60 kadar yabani orkide buluyorum! Çocukluğumun güzel orkidelerini çağrıştırsalar da kokusuzlar. Arkadaşlarıma müjdemi ulaştırıyorum. Hep birlikte orkide gözlemine koşuyoruz.
Günü uzatma çabası boşuna! İşte dönüş!
Göl kıyısındaki Akçapınar’dan Fadıllı’ya geliyoruz. Yolun iki yanında erguvanlar, erguvanlar: Kimileri çiçeklerini dökmüş yapraklanmışlar, kimileriyse hâlâ yalım yalım yanıyor! Fadıllı’da köylülerin ısmarladığı iki bardak taze çay, yorgunluğumu alıyor. Gözüm durup durup köy meydanındaki pavlonyaya takılıyor... Çin’den ülkemize seyahate çıkmış bu yalnız ağaçta yeryüzündeki konukluğumuzu ve onunla hısımlığımızı görüyor gibiyim...
İşte yeniden Akçalar. Arkadaşlardan biri bir dut bahçesini gösteriyor. Bir zamanlar Bursa ve yöresinde ipekböceği yetiştiriciliğine son bir kanıt. Son bir bahçe. Mirasçılar arasında anlaşmazlık olduğu için gelebilmiş bugünlere...
Olympos’un, Keşiş’in, Uludağ’ın eteklerindeki bir flora gezimiz böyle sona eriyor. Bu gezinin bir benzerini, şakayıkın “Kan çiçeği” adıyla vaftiz edildiği Derbent’e yapmayı planlıyoruz dönüş yolunda. İznik merkezine 17 kilometre uzaklıktaki köyde, son yıllarda mayısta “Kan Çiçekleri Şenliği” düzenleniyor. Bu sırada arkadaşlarıma 17’inci yüzyıl Japon şairi Başo’nun “Kelebek Düşleri”nden iki haiku okuyorum. Oruç Aruoba çevirisiyle: Tatlı şakayık’ın / yüreğinden çıkan / bir esrik arı (s. 115), Ne de zormuş / şakayık’ın içinden çıkıp gitmesi / arı’nın işte (s. 120).
Otomobilin müzik çalarından Muazzez Abacı’yı dinliyoruz. Söz, Ayten Baykal. Beste, Erdoğan Berker: “Bırak aksın sırma saçın telleri / Tak üstüne yazmadaki gülleri / Yonca kokan o kınalı elleri / Kıymet bilen ele uzat, şakayık...”
Rast şarkı şu sözlerle bitiyor: “Sen kırların çiçeğisin, şakayık”.
Mayısın en güzel günlerinden birinde kırlara yol alıyoruz. “Kırların çiçeği” denen sevgilinin peşindeyiz. Efsane mi gerçek mi anlamak, yolumuza çıkarsa görmek, bakmak, incelemek istiyoruz. Otomobilin direksiyonunda, Bursa’nın en çiçek sever eczacısı Yalçın Oğuz var, arkada ise arkadaşlar.
YÖRÜKLERİN KULAK SÜSÜ
İlk durağımız Akçalar. Bursa’nın 25 kilometre batısında, Ulubat (Apolyont) Gölü’nün doğusunda, 3 bin dolayında nüfusu olan bir belde. Bir evin dibindeki minik bahçede açılmış iri kırmızı çiçeklere “Dağ zambağı” adının verildiğini öğreniyoruz. Çiçeğin buraya nereden getirildiğini sorduğumuzda Uludağ köyleri adres gösteriliyor. Öyleyse ver elini Uludağ. Birkaç kilometre ötedeki Fadıllı köyünü geçip yavaş yavaş dağa sarıyoruz. Kısa bir süre Nilüfer’den çıkıp Mustafakemalpaşa İlçesi’nin topraklarına ulaşıyor ve Ayvaköy’e uğramadan Kazanpınar’ın topraklarına dalıyoruz. Bu küçük köyün artık kullanılmayan ilkokul binasıyla çeşmesinin karşısındaki tepeye yürüyor ve burada ağaçlar altında çok ilginç çiçeklerle yüz yüze geliyoruz: Doğu noelgülü (Helleborus orientalis), ağlayan gelin (Fritillaria), güzel kırlalesi (Anemone blanda), çuhaçiçeği (Primula vulgaris), yabani orkide (Orchis) ve başkaları... Asıl hedefimiz Akçalar Beldesi’nde gördüğümüz “Dağ zambağı”nın getirildiği doğal alanlar. Türkiye genelinde ayıgülü, eşekgülü, bocur gibi adları da olan, Bursa’da yörük çiçeği denilen şakayıklardan (Paeonia peregrina Mill.) burada öbek öbek görüyoruz, ama henüz tam açılmamışlar, tomurcuk halindeler. Şakayıka, Kazanpınar köyünde yörük çiçeği denilişinin hikâyesi mi?.. Yörede kadın erkek herkes yakalarına, kasketlerine, kulaklarının arkasına, açtıklarında mutlaka bu çiçeklerden takarmış. Böyle bir çiçeğe başka ne isim verilir?
BU ÇİÇEĞİN KAÇ İSMİ VAR
Sonra ver elini Körekem. Bursa’ya 50, Mustafakemalpaşa’ya 25 kilometre mesafedeki bu küçük köyde 80 yaşlarındaki Şerif Ali Turan’la konuşuyoruz. Bu arada bakkalın karşısında, yol kıyısına bırakılmış beş-altı şakayık görüyor, şaşırıyoruz; bizimkiler, yani Kazanpınar’dakiler açmamışlardı oysa... Buradaki adını soruyoruz çiçeğin. Turan karadülbent gibi bir şey söylüyor. Bakar mısınız; aynı çiçeğin üç köyde üç ayrı adı var!..
Yola devam! Uğurlupınar’ı geçiyor, Söğütalan’a ulaşıyoruz. Burası 18 kilometre mesafedeki Mustafakemalpaşa’nın bucak merkezi; ama fazla büyük bir yer değil. Ormanlık, harika bir yer... Çiçeğimiz burada kâme adıyla karşılıyor bizi. Ve Taşpınar’dayız. Mustafakemalpaşa’ya 17, Bursa’ya 52 kilometre mesafedeki bir Çepni (Oğuz Türkleri’nin bir boyu) Köyü. Yatırın üzerinde “Halk evliyalarından, Anadolu erenlerinden Şükrü Dede” yazıyor büyük harflerle. Üzerinde de işlemeli çevreler. Başucunda, cuma akşamları, mum yakıp evlilik, zenginlik, sağlık dileğinde bulunulan bir bir seki var... Birbirine benzeyen esmer köylüler, dedelerinin çadırda doğduğunu, burada yerleşik düzene geçtiklerini anlatıyor. Verdikleri tarih, 1800’lerin sonlarına tekabül ediyor. Eğitim düzeyini soruyorum, “üniversiteli çok” diyorlar. Geçimleri işçilik, hayvancılık. Söğütalan’da Türkçe öğretmenliği yapan bir delikanlı, Mustafa Dalkıran’la tanışıyoruz. Körekem’den aldığım şakayıkları gösteriyorum köylülere. “Yaban lalesi” diyorlar. Bir dakika, bir dakika... Bu kaçıncı ad? Paeonia peregrina, Şakayık, Ayıgülü, Bocur, Yörük Çiçeği, Dağ Zambağı, Karadülbent, Kâme, Yaban lalesi...
ORKİDE SÜRPRİZİ
Harika göl manzarası eşliğinde yola devam! Tarihi hazineleriyle duyduğum Dorak’ın yanından geçiyor, Onaç köyünün kendisini görmeden topraklarında konaklıyoruz. Yalçın Bey’in özenle hazırladığı güveç, yaktığım ateşte fokurduyor... Rastladığımız yaşlı köylü, az aşağıdaki çeşmeden bahsetmişti. Yemekten sonra çevreye bakınıyor, bulamıyoruz. Çocukluğu Ege dağ köyünde geçmiş bana yakışır mı bu? Israrla arıyor, buluyorum. Aslında önemli olan çeşme değil, yabani orkide bahçesine rastlama hayali. Ulubat Gölü’ne bakan bir yamaçta 50-60 kadar yabani orkide buluyorum! Çocukluğumun güzel orkidelerini çağrıştırsalar da kokusuzlar. Arkadaşlarıma müjdemi ulaştırıyorum. Hep birlikte orkide gözlemine koşuyoruz.
Günü uzatma çabası boşuna! İşte dönüş!
Göl kıyısındaki Akçapınar’dan Fadıllı’ya geliyoruz. Yolun iki yanında erguvanlar, erguvanlar: Kimileri çiçeklerini dökmüş yapraklanmışlar, kimileriyse hâlâ yalım yalım yanıyor! Fadıllı’da köylülerin ısmarladığı iki bardak taze çay, yorgunluğumu alıyor. Gözüm durup durup köy meydanındaki pavlonyaya takılıyor... Çin’den ülkemize seyahate çıkmış bu yalnız ağaçta yeryüzündeki konukluğumuzu ve onunla hısımlığımızı görüyor gibiyim...
İşte yeniden Akçalar. Arkadaşlardan biri bir dut bahçesini gösteriyor. Bir zamanlar Bursa ve yöresinde ipekböceği yetiştiriciliğine son bir kanıt. Son bir bahçe. Mirasçılar arasında anlaşmazlık olduğu için gelebilmiş bugünlere...
Olympos’un, Keşiş’in, Uludağ’ın eteklerindeki bir flora gezimiz böyle sona eriyor. Bu gezinin bir benzerini, şakayıkın “Kan çiçeği” adıyla vaftiz edildiği Derbent’e yapmayı planlıyoruz dönüş yolunda. İznik merkezine 17 kilometre uzaklıktaki köyde, son yıllarda mayısta “Kan Çiçekleri Şenliği” düzenleniyor. Bu sırada arkadaşlarıma 17’inci yüzyıl Japon şairi Başo’nun “Kelebek Düşleri”nden iki haiku okuyorum. Oruç Aruoba çevirisiyle: Tatlı şakayık’ın / yüreğinden çıkan / bir esrik arı (s. 115), Ne de zormuş / şakayık’ın içinden çıkıp gitmesi / arı’nın işte (s. 120).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder