Bursa’da cezaevinde
Kapatmışlar bir devi
Ellerini ısıtsın
yüreğimin alevi…
Çankırı’dan Bursa’ya…
5 Aralık 1940. Anadolu’da bir bozkır sabahı… Nerde başlayıp
nerde bittiği belli olmayan bir rüzgar ve uzayıp giden yolun kıyısında
aralıklarla öbekleşmiş, yarılmaya karşı dirençli; dokusu sıkı ve sağlam
akasyalar… Ve akasyalar gibi dirençli, onlarca yüreğin, onlarca nefesin attığı
Çankırı Cezaevi… Nâzım, Harp Okulu ve Donanma Davaları sonucu davaları
yürütenlerin siyasal tutumları nedeniyle 29 Ağustos 1938’de 28 yıl 4 ay hapis
cezası almış ve bir iki cezaevinde kaldıktan sonra Çankırı Cezaevine
gönderilmiştir.
Sabahın erken saatleriyle birlikte avluda bir hareketlilik
başlar. Çankırı Cezaevi’nin nakil aracı bir iki marş sesinin ardından çalışır
ve yanaşır demir kapının önüne… Nâzım Hikmet, kendisine verilen rapor gereği
kaplıcalı bir kent olan Bursa’ya; bir başka deyişle, duvarları arasında
kesintisiz olarak on yıl yatacağı Bursa Hapishanesi’nin beş yüz altı
kilometrelik yolculuğuna o gün başlamıştır.
İlginç İddialar Ve Bir Tanıklık
Nazım’ın Bursa’ya ilk yolculuğu değildir bu. 1933’te Bursa
Ağır Ceza Mahkemesi’nde “gizli örgüt kurmak”, ”İstanbul, Bursa ve Adana gibi, amelenin
yoğun olarak bulunduğu illerde bildiri dağıtmak”, ”duvarlara yazı yazmak…” gibi
iddialar öne sürülerek; devleti yıkmaya çalışıp ama sadece yıkmakla da kalmayıp
komünist bir düzen kurmaya çalışmak suçlarından idam istemiyle yargılanır. O
yıllarda Pirâye’ye şöyle seslenir:
“İhtiyar bir çınar ağacına benzeyen gövdemin içinde her dem
taze her dem kuvvetli ve her dem senin ateşinle dolu, aşınmamış, pırıl pırıl
bir yürek taşıyorum. Seni düşünürken ben gençleşiyorum.”
1933 yılında toplam 25 mahkum jandarma gözetiminde ve
ikişerli kelepçeli olarak Bursa Adliye binasına girerler. Heykel’deki Eski
Bursa Adliyesi’nin önü ana baba günüdür. Nâzım, bir başka şairle, Nail Vahdeti
Çakırhan’la aynı kelepçeyi paylaşır. Bursa’daki mahkemeyi o yıllarda henüz lise
öğrencisi olan ve sonraki yılların ünlü gazetecisi ve yazarı olarak karşımıza
çıkan İsmet Bozdağ da izler. İsmet Bozdağ’ın anlatımına göre; savcı elinde
tuttuğu bir kağıdı (Enternasyonal bildirisini) Nâzım’ın yüzüne sallar. Ve o
sırada mahkeme başkanı, Nâzım’a: ”Bu beyannâmeyi sen mi yazdın?” diye sorar.
Nâzım: ”Hayır!“ diye yanıt verince: Mahkeme başkanı: ”Kim yazdı?” diye sorar.
Nâzım: ”Enternasyonal yazdı.” yanıtını verdiğinde, mahkeme heyeti: ”Sanığa
soruldu. Cevaben enternasyonal denildiği için müteakip celseye’’ enternasyonalin”
celbine karar verilmiştir…”
İlerleyen duruşmalarda daha da ilginç olaylar yaşanmıştır.
Bir sonraki duruşmada savcı, adı duruşmaya sonradan eklenen Kadri isminde
birinin üzerinde bulunan Karl Marks’a ait kitabı da Nâzım’ın yazdığını iddia
etmiştir. 31
Ocak 1934’te Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Nâzım Hikmet, Nail
Vahdeti, Tosun Ömer ve Yonga Ömer hakkında beş yıl mahkûmiyet kararı verir.
Hapis cezası alan bu dört kişi 5 Ağustos 1934’te cumhuriyetin onuncu yılı
dolayısıyla çıkarılan af sonucu serbest bırakılır.
O günkü duruşmaya tanıklık eden gazeteci İsmet Bozdağ,
yıllar sonra (1941) bu kez temsilcisi olduğu Vatan Gazetesi adına Nâzım’la
ilgili haber yapmak isteyince belediyedeki işinden olur. Ve bu olaydan sonra
Bursa gazeteleri Nâzım’la ilgili haber yapmaya çekinirler.
Faik BERCAVİ (FAYEK)
‘in Unutamadığı Şair, Unutamadığı Şiir
Faik Bercavi,
1933’te yıl sonu tatilinden yararlanarak eski bir aile dostu olan yaşlı karı
kocayı ziyaret için Bursa’ya gelir ve geldikten iki gün sonra Bursa Emniyet
Müdürlüğüne bağlı polislerce gözaltına alınır. Beyrut doğumlu olan Bercavi,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okurken Nâzım’ın adamı olmak savıyla tutuklanır. Beş yıl
hapse mahkum olduktan sonra Nâzım
Hikmet’in ısrarları sonucu mahkemenin kararına itiraz eder ve kısa bir süre
sonra serbest bırakılır.
“Dalgın dalgın Bursa
sokaklarında dolaşıyordum. Böylece Yeşil Cami’ye kadar geldim. Oradaki talebe
kahvesinin bir köşesinde yer bulup oturdum. İçimde ne yas ne sevinç vardı. Sanki
uzun çok uzun yıllardan beri burada yaşıyormuşum gibi bir duygu genç varlığımı
kaplamış bulunuyordu.”
“Hayatım boyunca
Bursa’ya gidip bu yerleri tekrar görmeyi ne kadar istemiştim. Her karar
verişimde bir engel çıkmıştı ve ben Bursa’yı bir daha göremedim...”
Sonraki yıllarda İstanbul’a
yerleşen Fayek, 1938 yılında gazeteciliğe başlar. 2. Dünya Savaşında Hitler faşizmine
karşı Bulgaristan, Romanya ve Ukrayna’da savaşır. 1959’da Fransa’ya yerleşir.
Resim sanatıyla uğraşır. Çeşitli ülkelerde elliye yakın resim sergisi açar.
Nâzım için şöyle
der: “Yaptıkları ve yaşamı, duygularına, yazılarına tastamam uyan bir şair. İnsanlık
yönü; şiirlerindeki derinlik, insancıllık ve içlilik kadar engindi.”
Bursa’da Kelepçesiz Bir Gün…
1936 mayısının son pazar günü Nâzım, bu kez Akşam
Gazetesi’nin bir muhabiri olarak Bursa’dadır. Bursa’da yoksul bir emekçi
ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve geçirdiği sıkıntılı yılların ardından
Akşam Gazetesi’nde çalışmaya başlayan “Amcabey” tiplemesinin yaratıcısı Cemal
Nadir’in sergi açılışı yapılacaktır. Haber yapmayı hem arkadaşlık hem
gazetecilik görevi olarak gören Nâzım, soluğu Bursa’da alır. Bu, onun Bursa’ya
kelepçesiz olarak gelip kelepçesiz olarak gittiği son yolculuktur…
Bursa Kalesinde Orhan Kemal’le Aynı Koğuşta
Bin dokuz yüz kırk. Beş aralık. Cezaevi arabası, kuzeyde
çınarları güneyde meyve ağaçlarını, pınarları ve Uludağ’ın eteklerine serpilmiş
Kızık köylerini geride bırakarak Bursa’ya yaklaşır… Bursa Hapishanesi o
zamanlar nüfusu yüz bin kişi olan şehrin dışına düşmektedir. (Bugün Uluyol
Caddesi’nde bulunan Yeni Adliye Binasının olduğu yer)
Nâzım, Bursa Hapishane’sine girer girmez eline kağıt kalemi
alır ve Çankırı’daki dostu Kemal Tahir’e şöyle der: ”Bursa’dayım. 33 senesinden
beri Bursa Hapishanesi’nin duvarları, pencereleri, malta boyları değişmemiş. Ne
eskimişler ne yenileşmişler. Hatta o zamandan kalma bir iki mahkûma dahi
rastladım…
Oda arkadaşımın adı da
Kemal. Senin adın gibi. Yalnız adı
değil sana benzeyen, şiire meraklı, senin gençliğin gibi…”
(Bursa ortada Nâzım solda Orhan Kemal)
Nâzım’ın bahsettiği kişi, önceleri şiire meraklı fakat Bursa
Hapishanesi’nde onun yönlendirmesiyle öykü ve roman yazmaya başlayan ve sonraki
yıllarda “Arkadaş Islıkları, Gurbet Kuşları, Yalancı Dünya, Hanım’ın Çiftliği,
Bir Filiz Vardı, 72. Koğuş…” gibi kitapların yazarı olarak karşımıza çıkan
Orhan Kemal’den başkası değildir… Nâzım, Kemal’le yakından ilgileniyor, Fransızca
öğrenmesi için destek veriyor ve kendi bilgisini onunla cüretkârca
paylaşıyordu… Nâzım, Orhan Kemal’in şiirle uğraşmasına, şiir yazmasına kızardı.
Ona roman ya da öykü yazması yönünde telkinde bulunurdu. Onunla Bursa
Hapishanesi’nde kaldığı 1943 yılına kadar çok yakından ilgilendi. Kendisi gibi
haksızlığa uğratılmış aydınlara şöyle seslendi:
“Yüklü yemiş dallarıdır kollarımız,
silkeler durur düşman, silkeler durur bizi.
ve yemişimizi daha rahat, daha kolay toplamak
için,
vurur prangayı ayağımıza değil, vurur prangayı
kafamızın içine...”
26 Eylül 1943’te Orhan Kemal, Bursa Cezaevi’nden tahliye
olur. Memleketi Adana’ya gider. Gider ama yüreği, canı Bursa’da kalmıştır. Ve
yıllar sonra öğretmenini anımsar ve sarılır kalemine…
Günler geçecek ekmek
derdi çökecek omuzlarıma
Fabrika, makinalar tezgahım
Sana şeker kamışı, portakal yollayacağım
Karım yün çorap örecek, her hafta mektup yazacağız
Askere almazlarsa eğer
Unutabilir miyim seni
Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini
Ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz
Müthiş anların küfrünü
Radyonun yanındaki duvara kurşun kalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin
Unutabilir miyim seni hiç ?
Hala beton malta boylarında duyuyorum
Takunyaların sesini !
Unutabilir miyim seni ?
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim
Hikaye şiir yazmayı ve erkekçe kavga etmeyi, senden!
Fabrika, makinalar tezgahım
Sana şeker kamışı, portakal yollayacağım
Karım yün çorap örecek, her hafta mektup yazacağız
Askere almazlarsa eğer
Unutabilir miyim seni
Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini
Ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz
Müthiş anların küfrünü
Radyonun yanındaki duvara kurşun kalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin
Unutabilir miyim seni hiç ?
Hala beton malta boylarında duyuyorum
Takunyaların sesini !
Unutabilir miyim seni ?
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim
Hikaye şiir yazmayı ve erkekçe kavga etmeyi, senden!
Cezaevinde Yetişen Ressam: Balaban
Bursa Hapishanesi’nde Nâzım’la birlikte değişen bir şeyler
olmuştur. Önceleri ona yaklaşmayan hatta ondan korkan kimi mahkumlar onu
tanıdıkça yakınlaşmışlardır. Meydancı Bobi Niyazi’nin: ‘‘Üstad geldi üstad!” demesiyle Bursa’nın
hemen yanı başındaki Seçköy’den Balaban’ın koğuşu canlanır. İbrahim Balaban
hısmını öldürdüğü için 1942-1945 ve 1948-1950 yılları arasında Bursa
Cezaevi’nde Nâzım’la birlikte yatar. Onunla ilk kez cezaevi berberinde
karşılaşır. Şairden resim tekniğini öğrenir. Sadece resim tekniğini öğrenmekle
kalmaz, Nâzım’dan sosyoloji, felsefe ve ekonomi-politik dersleri alır. Vatan
Gazetesi’nde Nâzım’ın da desteğiyle şu haber çıkar: ”Cezaevinde yetişen ressam”
Ve yıllar sonra “Şair Baba” diye çağırdığı Nâzım için: ”Bir güneşti ve ben o
güneşin içinden doğdum”der.
“İşte seyreyle gözüm,
işte insan
Dağın, taşın, kurdun
efendisi
İşte poturunda yamalar
İşte karasaban
İşte sağrılarında
kederli,
korkunç oyuklarıyla
öküzleri…”
(Nâzım’ın Balaban’ın resimleri için yazdığı şiir)
Balaban, şimdi dünyaca tanınan ünlü ressamlarımız arasında
olup, yaşamını halen İstanbul’da sürdürmektedir.
1940’lı yılların başında cezaevi müdürü Nâzım’ın dayısı olan
Ali Fuat Cebesoy’un (General) yaveri Tahsin Akıncı’dır. Bu nedenle Nâzım’a
müsamahalı davranır. Hatta Bursalı gazeteci İsmet Bozdağ’a göre şairimizin
haftada bir gün Çekirge’deki Hayat Oteli’nin
kaplıcasına gitmesine o izin verir.
Hapishane İşliğe Dönüşüyor
Onunla birlikte Bursa Hapishanesi bir işlik haline gelir.
Tayyare biçimini andıran cezaevinin üçüncü katında sol taraftadır koğuşu.
Koğuşunun penceresinde karanfil ve ıtır saksılar, masada Kemal Tahir’in verdiği
daktilo; duvardaki kafeste kanaryası ”Memo”.
Nâzım, Bursa Hapishanesi’nde mahkumların resmini yapar, el
işi sandık, tepsi, oymacılık, dokuma tezgahı kurup dokuma işiyle uğraşır; tül
perde üretip cezaevi müdürünün izniyle bu ürettiklerini dışarıda satar. Başta
annesi Ressam Celile Hanım olmak üzere Kemal Tahir ve VÂ-NÛ’lara Bursa Hapishanesi’nden yazdığı mektuplarda
bunlardan bahseder. Ve onlardan hapishanede üretilen bu eşyaların satılması
için yardım ister.
Bursa’da tercüme yapar, öyle ki Milli Eğitim Bakanlığı ondan
Tolstoy’un “Harp Ve Sulh” kitabını para karşılığı tercüme etmesini ister.
Bursa’da kaldığı süre içerisinde yazdığı şiirleri, ”Mazhar Lütfi, İbrahim
Sabri, Nurettin Eşfak” takma adlarıyla 1938-40 yılları arasında “Yeni Edebiyat”, 1938 ve aralıklarla
1946 yılları arasında “Ses”, 1943-44 yılları arasında “Yürüyüş”, 1946 yılında “Söz”
ve “Yığın”, 1946-48 yılları arasında “Baştan”, “Yeni Baştan” dergilerinde
yayınlanır. Kendisi o yılları şöyle anlatır:
“Bursa Hapishanesi’nde çalışıyorum, tercüme yapıyorum. Manzaraları
işliyorum, sevgililerimi düşünüyorum.
Tepeden tırnağa hasret, tepeden tırnağa ümitten ibaret bir halde. Bazen
yüreğimde yüzlerini bile görmediğim milyonlarca insanın acısı, ümidi; bazen bir
tek kadının yumuşak, sıcak dudakları…”
Yine o yıllarda Bursa Hapishane müdürünün kızı Şehnaz Hanım,
Nâzım’ın bazı şiirlerinin dışarıya duyurulmasında önemli katkılar sunar.
Nâzım, ülkesinde ve dünyada yayınlanan dergileri, gazeteleri
takip eder. Bursa Hapishanesi’nde kaldığı süre içerisinde yüzlerce kitap okur.
Okuduklarını beraber kaldığı mahkumları küçümsemeden onlarla paylaşır. Başta
Kemal Tahir olmak üzere diğer aydınlarla çevresiyle paylaşır. Ülkemizde Türk ve
dünya edebiyatıyla ilgilenenlerin Nâzım’ın,
cezaevinden, arkadaşlarına yazdığı mektuplardan elde edecekleri çok şey
vardır.
Bursa Kız Öğretmen Okulu Öğretmenlerinden Cezaevini Ziyaret
Yıllar önce, adını şu an hatırlayamadığım Bursalı bir
gazeteci bana: ”Nâzım, cezaevi bahçesinde dolaşırken sürekli ‘Ninna yarim
ninna’ türküsünü söylermiş. ” demişti. Yine aynı türküyü söylediği bir sabah,
üstelik cezaevinde bazı mahkumların ona selam vermekten çekindiği ; Bursa
basınının onun hakkında yazı yazmaktan kaçındığı bir dönemde 1944 yılının bir
Pazar sabahı cezaevinin demir kapısı açılır.
Şu an benim de görev yaptığım ve o zamanki adıyla” Bursa Kız Öğretmen
Okulu” (Bursa Kız Lisesi) öğretmenleri, Nâzım’ı ziyarete giderler. Nâzım, Pedagoji öğretmeni Şevki Bey ve
Nebahat Sütunç başta olmak üzere on kişilik öğretmen grubuna dokuma atölyesini,
kendi koğuşunu gezdirir; kanaryası Memo’yu tanıtır. Nebahat Sütunç, Nâzım’ın o
yıllardaki odasını şöyle tanıtır: ”Tabandan oldukça yüksekte demir parmaklıklı
pencere, kapının karşısındaki duvara paralel, haki battaniye ile örtülü
karyola, karyolanın sol karşısında önünde bir tahta iskemle bulunan tahta kare
masa üzerinde bir yazı makinesi. Karyolasının başında annesi tarafından
yapılmış iki yağlıboya tablo. Kapının karşısındaki duvarda kırmızı kalemle işaretlenmiş
Orta ve Doğu Avrupa haritası. Her gece 22.30 radyo haberlerini dinler, Hitler
ordusunun girdiği yerleri işaretler, sonra yatarmış.
Birlikte çaylar içilmiş sohbetler edilmiş ve ayrılık vakti
gelmiştir. Bursa Kız Öğretmen Okulu öğretmenlerinin o gün oraya gitmesini ve
Nâzım’la tanışmalarını sağlayan Şevki Bey, Nebahat Sütunç’un anlatımına göre
yeni ders yılı başladığında okuldaki görevinden büyük bir olasılıkla alınmıştır...
Hitler’in Yenilgisi Ve Hapishanedeki Casus !
1940’lı yıllar, Türkiye’de tek parti rejiminin baskıları, dünyada
Hitler faşizminin saldırıları sürmektedir. İkinci Dünya Savaşı milyonlarca
insanın ölmesi, sanatçıların, sanat eserlerinin yakılıp yıkılmasını beraberinde
getirmiştir. Nâzım gelişmeleri radyodan takip eder. Hitler ilerledikçe
siyatiği, karaciğer ağrıları artar, kıvranır, durur. Elleri dil olur, başlar
yazmaya:
Tanya,
Bursa Cezaevi’nde karşımda resmin.
Bursa Cezaevi’nde.
Belki duymamışındır bile Bursa’nın adını.
Bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir.
Bursa Cezaevi’nde karşımda resmin.
Sene 1941 değil
Sene 1945.
Moskova kapılarında değil artık
Berlin kapılarında dövüşüyor seninkiler,
Bizimkiler,
Bütün namuslu dünyanınkiler.
Tanya,
Senin memleketini sevdiğin kadar
Ben de seviyorum
memleketimi. ...
7 Mayıs 1945’te öğle
radyosunun verdiği haber Bursa Hapishanesi’nin duvarlarına çarpar, koğuşlarda
yankılanır. Mahkumlar sessiz, hapishane sessiz Uludağ sessizdir. Duymak değil
görmek ister gibi sesin geldiği yere bakarlar. Radyo tekrar eder: ”Almanya
kendi topraklarında kayıtsız şartsız teslim olmuştur! ”Nâzım’ın sesiyle dağılır
sessizlik: ”Yaşasın!.. Yaşasın!.. Dünya kurtuldu ! ”
Nâzım bu habere sevinmişti ama Bursa Hapishane revirinde
sıhhiye göreviyle çalıştırılan bir hükümlü Türk, sinir krizleri geçirmişti.
Daha sonra bu kişinin Almanya adına casusluk yapan bir teğmen olduğu ortaya
çıkmıştır.
Gece 21-22 Şiirleri
Nâzım, Bursa Hapishanesi’nde 21.00-22.00 saatleri arasında
Piraye için şiirler yazmış ve gece bu saatler arasını sadece ama sadece onu
düşünmeye ayırmıştır. 32 şiirden oluşan “21-22 Şiirleri”nde aşk, yaşama sevinci
ve dünya görüşü içiçedir. 25 Eylül 1945’te koğuşunun penceresine yaklaşır, gecenin
karanlığında yıldızlara bakarak başlar dizelerini mırıldanmaya…
En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür...
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür...
Pirâye ise Nâzım’a Bursa Hapishanesi’nde şunları söyler: ‘‘Sen
Bursa Ovası gibi yumuşak, yeşilliği rahatça fışkıran, az emekle çok verensin.
Bundan dolayı ruhunun zıddı olan Çankırı iklimini seviyorsun. Ben ise, Çankırı
gibi haşinim, bundan dolayı Bursa iklimini seviyorum. Zaten birbirimizi de
bundan dolayı seviyoruz.
Baskıların Arttığı Yıllar
Tahsin Bey, ardından Kutsi Bey’in cezaevi müdürlüğü
döneminde pek fazla rahatsız edilmeyen Nâzım, daha sonraki müdürlerin baskıcı
uygulamalarına maruz kalmıştır. Bu yıllarda zorla saçları kesilmiş ve
cezaeviyle birlikte kendisine bazı kısıtlamalar getirilmiş; örneğin kaplıcalara
gidişi yasaklanmıştır. Diğer yandan hükümette görevli bazı yöneticilerin af
söylemlerinin boş çıkması ve Nâzım’ın yaptığı itirazların sonuçsuz kalması, onu
üzmüş; fakat direncini yaşam tutkusunu elinden alamamıştır.
Oğlunun bu durumuna üzülen Celile Hanım, Adana’daki kızı
Samiye’nin yanından ayrılarak Mart 1949’da Bursa’ya gelir. Abdal Caddesi Eski
Hamamaltı Sokak 65 Numaralı eve yerleşir.
Nâzım, Açlık Grevine Balaban’la Sohbeti Sırasında
Karar Verir…
Seçköylü Balaban birkaç yıl aradan sonra yine Bursa
Hapishanesi’ndedir. “Şair Baba”sıyla avluda dolaştığı bir gün, Nâzım ona oruç
tutup tutmadığıyla ilgili sorular sorar. Sohbetin ilerleyen anlarında aklına “açlık
grevi” yapma fikri gelir, takılır. On yıldır cezaevinde suçsuz yere
tutulduğunu, artık yapacak başka bir şeyi kalmadığını söyleyerek açlık grevine
gitmeye karar verir.
7 Nisan 1950 tarihli “Son Posta Gazetesi”nde Nâzım’ın Bursa
Hapishanesi’nde açlık grevi yapacağı duyurulur. 8 Nisan 1950’de açlık grevine
başlar. Aynı gün savcının talimatıyla
Heykel’deki Adliye binasına getirilir. Savcı, onunla kısa bir görüşme
yapar. Tekrar Bursa Hapishanesine götürülen Nâzım, kanaryası Memo’nun sesini
son kez dinleyecek ve Bursa şehrini, demir penceresinden son kez seyredecektir.
Bursa’daki Son Gün…
Yıl: 1950, Nisan’ın sekizi. Saat: 18:00. Nâzım, Tophane
sırtlarındaki Bursa Memleket Hastanesi’ne (Bugünkü Devlet Hastanesi) getirilir.
Buradaki doktor kısa bir muayeneden sonra onu İstanbul’a sevk eder. Nâzım on
yılını geçirdiği bu kentten, aynı gün içinde iki sivil polis eşliğinde ayrılır.
Açlık grevine İstanbul’da devam eder.
Nâzım’a Destek Veren Yaşar Kemal Ve İşçiler Tutuklanır…
Türkiye’de ve dünyada Nâzım’a destek kampanyaları sürer.
Adana’nın Kadirli ilçesinde Nâzım’ın şiirlerini okuyan işçiler tutuklanır, Nisan
1950’de yine Kadirli’de Şair Kemal Sadık
Gökçeli, Nâzım’a özgürlük istediği için tutuklanır. Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli
olan bu kişi sonraki yıllarda ustalaşıp sesi sınırları aşan romancımız Yaşar
Kemal’den başkası değildir.
Bursa’dan Bir Nâzım Geçti…
Vâlâ Nurettin’in “Bu Dünyadan Nâzım Geçti” sözü elbette ki
daha kapsayıcıdır. Ama ben yine de “Bursa’dan Bir Nâzım Geçti” denmeli diyorum.
Denmeli çünkü: On üç yıl boyunca hem öğrenciliğine hem öğretmenliğine tanık
olmuştur Bursa şehri... Hapishanede kalan yüzlerce insanın dünyasını
değiştirmiş; onlara cezaevi pencerelerinin ardındaki, Uludağ’a farklı açılardan
bakmalarını öğretmiştir. Onları şair etmiş, yazar etmiş, ressam etmiştir.
Zihinlerde yer eden, dudaklarda tat bırakan şiirlerini; sevdayı, kavgayı, umudu anlatan şiirlerini, Bursa’da
yazmış; ‘‘memleketinin insan manzaralarının” resmini Bursa’da karlı, lodoslu,
güneşli havalarda çizmiştir. Yine şiirlerindeki kimi toplumsal katmanlara ait
karakterleri Bursa’dan seçmiştir.
…
Uludağ, Bursa.
Bursa düşman elindeyse
de
kâr getirmez değildir
esrar tekkesi ve kumar
kahvesi açmak.
Ezildikçe bazıları
insanların
daha çok esrar içer
daha ümitsiz kumar
oynar.
Nâzım Hikmet Yetiştirmesi Tahrikçi Tutuklandı!
Yıl 3 Ekim 1947. Bursa’da
yayınlanan “Doğru Gazetesi”nde birinci sayfadaki haberin başlığı şöyledir:
”Nâzım Hikmet’in Yetiştirmesi”. Haber şu şekilde devam eder: ”Mudanya’da adam
öldürdüğü için yedi yıl yatıp çıkmış Cepneli Halil Cengiz, tahrikçilik yaparken
bir kahveci tarafından yaralandı. Adı geçen kişinin Bursa Cezaevi’nde Nâzım
Hikmet’in yetiştirmesi olduğu anlaşılmış ve tutuklanmıştır.”
Sonraki yıllarda yukarıdaki gibi çok olay yaşanır Bursa’da.
Cezaevine orman kesmekten girmiş, adam öldürmekten girmiş, birçok mahkumun
dışarı çıktıktan sonra benzer gerekçelerle saldırıya uğradıkları ya da gözaltına
alındıkları görülür.
Bu Göl İznik Gölü'dür…
Bursa-İstanbul karayolunun 40.kilometresinden sağa
döndüğünüzde eski Osmanlı evlerini dağa serpiştirmiş Karsak Köyü’nün yanı
başından geçerken; etrafı dağlarla çevrili İznik Gölü’nün kıyısında gümüş
zeytinlikler boyunca canlı bir yaşamın devam ettiğine tanık olursunuz.
Yüzyıllar öncesinde Şeyh Bedrettin; Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa, yakın
arkadaşlarıyla birlikte İznik'te kurdukları bir tarikatla, Anadolu ve Rumeli'de
düşüncelerini yaymaya başlamışlardı. ‘‘Yarin yanağından gayrı her şeyin
insanlar arasında ortak, paylaşılabilir”
olmasını bir eşitlik ilkesi olarak görmüş; Osmanlı toprağında yaşayan halklar
arasında, din farkının kaldırılmasını savunmuşlardı.
…
Bu kasaba, İznik kasabası.
Bu ev, esnaf mahallesinde bir ev.
Bu evde
bir ihtiyar vardır Bedreddin adında.
Boyu küçük
sakalı büyük
sakalı ak.
Çekik, çocuk gözleri kurnaz
ve sarı parmakları saz gibi.
Bedreddin
ak bir koyun postu üstüne
oturmuş.
Hattı talik ile yazıyor
«Teshil»i.
Karşısında diz çökmüşler
ve karşıdan
bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona.
Bu ev, esnaf mahallesinde bir ev.
Bu evde
bir ihtiyar vardır Bedreddin adında.
Boyu küçük
sakalı büyük
sakalı ak.
Çekik, çocuk gözleri kurnaz
ve sarı parmakları saz gibi.
Bedreddin
ak bir koyun postu üstüne
oturmuş.
Hattı talik ile yazıyor
«Teshil»i.
Karşısında diz çökmüşler
ve karşıdan
bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona.
İznik Müşküle Köyü Ve Çınarın Öyküsü…
İznik ve Bedreddin için yukarıdaki dizeleri
söyleyen Nâzım’a, İznik ilçesinin üzüm
ve zeytinleriyle ünlenmiş Müşküle Köyü’nde ölümünün birinci yıldönümünde
vasiyetine uyularak bir çınar dikilir.
2006 Şubat ayının ilk haftasonu
ziyaret ettiğimiz Müşküle’de, 27 Mayıs müdahalesinden sonra köy muhtarlığı
yapmış Fevzi Kavuk (76) ve Ahmet
Yılmaz’la (73) Eğitim-Sen İznik Temsilcisi arkadaşlarımızla birlikte (Hakan
Gülsüm, Mehmet Bakır) köy kahvesinde görüştük. 1960’lı yıllarda Türkiye İşçi
Partisi’nin (TİP) İzmir’deki I. Kongresini yaşamış; burada Yaşar Kemal ve
Şükran Kurdakul’la tanışmış ve 1964 yılında TİP Bursa Örgütünün kuruluşunda
aktif görevler almıştır. Fevzi Kavuk, 1966 yılında Malatya’da yapılan TİP
Kongresine “Şair Baba’nın ressamı” İbrahim Balaban, Avukat Şükrü Akmansoy ve
Gürbüz Akkök’le birlikte Bursa Delegesi olarak katılır ve Kongre sonucunda TİP
Genel Yönetim Kuruluna; Mehmet Ali Aybar’ın istifası sonrasında ise Şaban
Yıldız Başkanlığındaki Merkez Yönetim Kuruluna girer. 12 Eylül’le birlikte
tutuklanır Bursa Cezaevi’nde yatar. On buçuk ay sonra serbest bırakılır.
Müşküle Köyü’nden Ahmet Yılmaz, Fevzi Kavuk
Fevzi Kavuk ve Ahmet Yılmaz’ın
Nâzım ve Nâzım’ın yakın dostlarıyla ilgili anlatımları şöyle: ‘‘Şair İsmail
Başaran bizim köylüdür. Nâzım Hikmet’le Bursa Hapishanesinde yatmıştır.
Hapisten çıktıktan sonra onun şiirlerini köye getirip gençlere okurdu. Balaban,
Başaran ve Eyüp Kültekin, Nâzım’la yatmış kişilerdi. Biz Nâzım’ı onlardan
dinlerdik.
Nâzım garibanlara sahip çıkarmış.
Eyüp Kültekin içeri cinayetten girmiş. Baştan Nâzım’a çok kızıyor. Sonradan canciğer
oluyorlar. Eyüp Kültekin hapisten çıktıktan sonra Nâzım’ı ziyarete gidiyor ve
onu cezaevinden kaçıracağını söylüyor.”
Peki Müşküle Köyü’ne başka kimler
geldi?
“Partiden Nihat Sargın, Şükran
Kurdakul, Turgut Kazan, Ataol
Behramoğlu, Kemal Tahir, Samiye Yaltırım (Nâzım’ın kız kardeşi) Balaban, Şahap
Bakırsan…”
Çınarı nasıl ve kiminle diktiniz ?
“Nâzım’ın şiirinden esinlendik.
Yaşar Kemal’e sorduk, ‘iyi olur’ dedi. TİP Bursa İl Başkanı Emin Canpolat
geldi. 4 Temmuz 1964’te diktik. Tutmaz dediler ama tuttu. Çok boy verdi. Çınarın
altında düz taş vardı. Oraya Nâzım’ın resmini kazıyarak yapacaktık, olmadı.
Nâzım için çınar dikildiği her yerde duyuldu. Çok ziyarete gelen oldu. Çınar
Rıfat Talan’ın arazisindeydi. Zeytinlere gölge oluyor bahanesiyle ilk çınarı
kesti. 1979 yılındaydı. Ben yurt dışındaydım. Ama asıl neden korkuydu.”
Sonra ne oldu ?
“Sonra kök tekrar filizlendi.
Büyüdü. 1 Mayıs’larda ziyarete geliyorlardı. Jandarma yolları kesip çınar
bekliyordu. Çınarı tekrar kestiler. Üzerinde ateş yaktılar.”
Çınarın Yerini Kimseye Söylemeyiz…
Bir çınar daha diktiğiniz
söyleniyor?
“Sadun Aren’le dikilen bir çınar
var. Nerede olduğunu üç-beş kişi biliyoruz. Gizli tutuluyor. Bilinmesini
istemiyoruz. Nâzım için bakıyoruz. Gösteremeyiz…”
O sırada Ahmet Yılmaz (TİP İznik
İlçe Başkanı 1975-76) söze girer: -“Çınar büyüyor. Gizli. Kimseye
göstermiyoruz. Nâzım’ın şiirlerini çok okudum hala okuyorum. Nâzım’ın boy resmi
evimde asılıdır…”
Fevzi Kavuk ve Ahmet Yılmaz’ın bu
sözlerinden sonra sonuç paragrafı yazmaya gerek var mı bilemiyorum. Tek bir söz
kalıyor geriye: “Bursa’dan bir Nâzım geçti...”
Yazan: Güney ÖZKILINÇ / Edebiyat Öğretmeni
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder