Fevzi Şen / Bursa Kent Tarihi Araştırmacısı
Tarihi ve kültürel dokusu ile dimdik dik ayakta
duran az sayıdaki köylerimizden biri olan Aksu, son günlerde kent gündeminde…
Bursa Valisi Sn. Şahabettin Harput, Kestel Kaymakamı Sn. Erhan Özdemir ile birlikte, Köy Muhtarı
Nihat Koştur’un daveti üzerine köyü ziyaret edip incelemelerde bulunmuş.
Köylülerin, Aksu’nun tarihi dokusunun elden geçirilip, turizme açılması
konusundaki taleplerine: “Geçmişten miras eski evleri ve tarihi yapıları ayağa
kaldırıp, gelecek nesillere aktarmalıyız” diyerek, olumlu cevaplar vermiş.
Bir grup Bursa Kent Konseyi üyesi çevre ve tarih
dostu ile birlikte, bizler de, gündemdeki köyü tanımak, gönüllü katkısı
sağlamak adına, 13 Mart 2010’da Aksu’yu ziyaret ettik. Günlerdir yağışlı geçen
hava o gün şansımıza açıktı. Baharın habercisi kızılcıklar ve erik ağaçları
çiçek açmıştı. Geleceğimizden önceden haberdar olan muhtar, bizleri köy
meydanında karşıladı. Köyü hakkında ilk bilgileri verdi. Şunları söyledi:
“Aksu; Bursa’nın güney doğusunda, eski Bursa Ankara
Yolu üzerinde, Uludağ eteğinde Kazancı
yokuşunda, Göksu Deresi etrafında kurulmuş 600-650 yıllık bir Osmanlı köyüdür.
Doğusunda Kazancı, güneyinde Turanköy- Erdoğan (Dimboz), kuzeyinde Lütfiye,
kuzeybatısında Gözede ve Alaçam köyleri bulunmaktadır. XIV. yüzyılda Horasan
erenlerinden Çiçek Dede tarafından kurulan köyümüz, Bursa’ya 24 km uzaklıkta olup Kestel’e
bağlıdır.
2010 yılı itibariyle köyümüzde 600 kişi civarında
nüfus var, 130 hanedir. 1908’de 121 hanenin yaşamış olduğu tarihi kayıtlardan
anlaşılmaktadır. 1927’de ise nüfusu 676 kişi imiş.
Aksu; İpek Yolu üzerindedir. Derbentçi köyü olarak bilinmektedir.”
AKSU’YU KÖŞE BUCAK GEZDİK
Bu ilk bilgileri aldıktan sonra, Muhtarla birlikte
köyü gezdik, tarihi mekanları ve sivil mimarlık örneği evleri tek tek gördük.
Zamanımıza ulaşabilen yapılara bakıp, Aksu’nun özgün kalabilmiş nadir
köylerimizden biri olduğu kanaatine vardık. Benimle birlikte, bir kısım
arkadaşımız gördükleri güzellikleri fotoğrafladılar.
Bozulmamış sivil mimarlık yapısı binaları
dikkatimizi çekti. Çoğunlukla iki katlı evlere, iki kanatlı ahşap kapılı
avludan geçilerek girilmektedir. Evlerinin alt katları ahşap hatıllı taş duvarlı
olup, üst katlar ahşap karkas tekniği uygun kerpiç dolguludur. Bu özellikleri
ile Aksu köyü evleri bizlere, aynı dönemde kurulduğu sanılan yöre köylerinden,-
yalnız Bursa’da değil Türkiye’de tanınan-
Cumalıkızık’ı hatırlattı. Cumbalı, çivit mavisi, beyaz, yeşil, pembe boyalı
evleri ile, çok azı günümüze gelebilen kadim Bursa evlerinin
benzerlerini Aksu’da görmüş olduk..
Avlusunda, mabedi yaptıran şahsın kabri bulunan,
tarihi Köy Mescidi yıllar içinde gördüğü onarımlarla halen ibadete açık iken,
hemen güney doğusundaki küçücük hamam, taş ve tuğladan tonozlu kubbeli olarak
yapılmıştı, ama bazı kısımları yıkıldı, yıkılacak konumda idi. İçine girdim; soyunmalık
kısmı ahşap çatılı olduğu için zamana dayanamayıp çürümüş. Kararmış tavan
tahtaları yere doğru sarkmış, payandalarla ayakta zor duruyordu. Buradan, ılıklık ve sıcaklığa geçip yıkanma yerlerine
vardım. Kurna başı denilen yerlere dikkatlice baktım.
Oradan, halvet adı verilen, yalnız
başına yıkanma hücrelerine geçtim.. Tarihi doku yerli yerinde bozulmadan duruyordu.
Künk borular kullanılamadığı için, son yıllarında, zaruretten olsa gerek, duvar
üstlerinden plastik borular döşenerek, güneş enerjisi ile ısıtılarak kullanılmış. Çirkin bir görüntüsü vardı…
Hamamın külhanı çoktan çökmüştü.
Odun ateşinden çıkan alev ve duman, tüteklik adı verilen, duvarların içlerinden
geçip, bacadan çıkarak hamamı ısıtırdı. Külhandaki kazandan çıkan sıcak su ise, künk borularla kurnalara gelirdi. Burada
taslara dolarak bol köpüklü sabun ile,
hamamcıları ak-pak yapar, dinlendirdi. Muhtar Nihat
Bey, çıkışta bana, hamamın dışından geçen künk boru yerlerini gösterdi:
“Nasıl bir teknik uygulandıysa, kaloriferli gibi bir
hamamdı.”dedi.
Hamam gezisinin bende uyandırdığı ilk izlenim; son yıkananı sanki biraz evvel ayrılmış gibiydi… Hâl dilince kulağıma, “Kimler yıkanmadı ki
bende!” diye adeta fısıldıyordu. “İpek yolunun yorgun yolcularını da
yüzyıllarca yıkadım”, diyordu…
Köyle yaşıt olduğu söylenen tarihi köy konağı da
yılların yorgunuydu, mahzundu. Kendisine
dokunacak, yeniden hayatiyet
kazandıracak bir el beklemekteydi.
İki handan büyüğünü, İstanbullu Tüccar Mehmed oğlu
Hoca Dursun yaptırmış. Bu hanın,
yalnızca kuzey kısmındaki duvarı, taç kapısı, kitabesi ile birlikte günümüze
kadar ulaşabilmişti. İlk yapılan Küçük Hanın ise yarıya kadar yıkık güney
duvarı mevcuttu. Bu duvar zaman içinde bazı Aksulular tarafından
değerlendirilmiş, üzerine komşu binanın duvarı kondurulmuş vaziyetteydi..
Aksu’nun tarihi çeşmesi, ulu çınarın gölgesinde hâlen
gürül gürül akmaktadır. 1896’da Sultan Abdülhamid döneminde, Bursa valisi Münir
Paşa tarafından, yollar açılırken
yaptırılan bu çeşmenin, tuğra kitabesi kem gözlerden, uğursuz ellerden sakınılmış, kafes içinde
korunmaktadır..
Tarihi çınarı da görülmeğe değer. Bursa Orman
İşletmesi Müdürlüğü Mühendislerinin yaptırdığı inceleme sonucu ağacın, 420
yıllık olduğu 1590’da dikildiği tespit edilmiş. Dallarının birbirlerine doğru
uzandığı, zaman içersinde bazılarının birleşerek lehim gibi kaynaştığı, dikkatlice bakıldığında
görülebilmektedir. Muhtarın verdiği bilgiye göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin
Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında, bir Bursa
ziyareti dönüşünde, o çınarın altında serinleyip, huzur bulmuş… Kendisine ikram
edilen çayı içip, Aksulu ve çevre köylülerle sohbet etmiş.
Köyün kurucusu Çiçek Dedenin kabrinin de bulunduğu,
tarihi Çiçek Dede Mezarlığı eski Bursa Ankara Yolu üzerinde bulunmaktadır.
Burası köyün ilk mezarlığıdır. Bu mezarlıkta yatmakta olan, Kurtuluş Savaşı
şehitlerinden kahraman üsteğmen Mustafa Şefik Bey ve kimlikleri hakkında bilgi
bulunmayan altı şehit eri, muhtarla birlikte ziyaret ettik. Köyü tanıtan
broşürde, üsteğmen Mustafa Bey hakkında şunlar yazılmaktadır: Mustafa Şefik
Bey, Bursa’nın işgal yıllarında Acıelma (Şadan) köyündeki Yunan karakoluna bir
gece baskını düzenlemiş. Nöbetçiyi öldürmüş. İçeri attığı bomba ile on dört
Yunan askerini havaya uçurmuş. Attığı ikinci bomba talihsizlik sonucu
patlamamış. Sağ kalan bir Yunan askeri bombayı üsteğmenimizin üzerine fırlatıp
şehit etmiş.
Köyün yaşlılarından Halil Lafçı (D.1932)
“Şehitlikte, üsteğmen Şefik Beyin yanında, 1922’de Alay mızıkacısı olarak görev
yaparken şehit düşen altı erimiz daha yatmaktadır” dedi. Köyünü tanıtma adına, sözlerini şöyle sürdürdü:
“1930’lu 40’lı yılarda köyümüzde gülcülük yapılırdı.
Köylümüz geçimini gülcülükle sağlardı Gül bahçeleri çoktu, Aksu gül kokardı.
Ardından, ipek böceği yetiştiriciliği yaptık. Zirai ilaçla tanıştık. Zehir
kullanılması yaygınlaştı. Bu durum dut yapraklarını etkiledi, ipekçiliği
bitirdi. Dutlukları kestik. Meyveciliğe
başladık. Şeftalicilik yaptık. Bir kısım insanlarımız, yine geçimini
sağlayamadı. Gençlerin bir kısmı köyden şehre göçtü.”
Muhtar Nihat Koştur, Aksu, İpek Yolu üzerinde, Derbentçi köy derken,
köyün eski misyonu gözümün önünde canlandı. Şöyle hafızamı yokladım “İpek Yolu”
ve “Derbent-Derbentçi” bilgilerimi hatırladım. Arz edeyim:
İPEK YOLU
İpek Yolu; Çin'in en uç noktasından başlayarak, Orta Asya’yı baştan başa kat ederek
Avrupa içlerine, hatta, Britanya Adalarına kadar ulaşan binlerce kilometrelik
bir yoldu. Bu tarihi kervan yolu, yüzyıllarca, kervan yolcularını varacakları
yerlere güvenle iletti. Kervanlarla taşınan malının ağırlıklı olarak
ipek ve ipekli mamullerden oluşması nedeniyle de bu tarihi yol,
İpek Yolu olarak adlandırıldı.
İpek Yolu’nun zaman zaman güzergah değiştiren ana ve
tali yolları vardı. Dönemin siyasi, sosyal, ekonomik koşulları etkili olurdu,
güzergah tayininde… Anadolu, İpek Yolunda önemli bir güzergahtı.
İpek Yolu’nda,
kervanlarla, ipek ve ipek ürünleri yanında, Uzakdoğu’nun maddi değeri yüksek
taşları, porselen, kâğıt, baharat..gibi değerli malları da taşınırdı. Dinî ve
kültürel kitaplar, her türlü sanat eserleri… Yine bu ticarî yollarla satandan
alana ulaştırılırdı. Yani, kültürler arası
fikir alışverişte de bulunulurdu. Evet, Kervancılar bu kâdim
yolla, değerli mallarla birlikte, kültür,
sevgi, hasret de taşırlardı
İLK ADIM OLARAK KERVANSARAYLAR KURULDU
Selçuklular ve Osmanlılar
zamanında, Anadolu’nun Türklerin eline
geçmesi ile birlikte, İpek Yolu’nun
Anadolu güzergahlarının ticareti
elimize geçti. Atalarımız, hakimiyetimiz altındaki güzergahlarda ticari faaliyetleri artırmak adına iki önemli
adım attılar: Bunlardan biri “Kervansaray” yapıları, diğeri de “Derbent” teşkilatıdır.
Anadolu’da ticaret yolları
boyunca, XII. yüzyıldan itibaren “Kervansaraylar” yaptırıldı. Yaya yürüyüşü ile bir günlük mesafelere, deve yürüyüşü ile
de, otuz kırk kilometreyi geçmeyen
aralıklarla yapılan Kervansaraylarda; yolcuların kalabileceği
odalar, eşyaların konabileceği depolar, hayvanlarının barınabileceği ahırlar…
gibi bölümler bulunurdu.
Kervansarayların inşası ile,
kervanların eskisi gibi ıssız yollarda,
harami saldırılarına açık bir biçimde, çadırlarda gecelemeleri dönemleri
sona erdi. Tüccarların, hem can ve mal güvenliği
sağlandı, hem de çağına göre konfor
ortamı oluştu. Irk, din, milliyet ayrımı gözetmeksizin tüm
kervanlar misafir kabul edildi. Ayrıca, bu kervansaraylarda, üç günlük süre ile
sınırlı olmak üzere parasız yiyecek, yatak, sağlık ve hayvanlara ahır
hizmetleri de verildi. Her türlü giderleri karşılamak amacı ile,
Kervansarayların vakıfları da bulunurdu.
Ve, vakıfların çalışma
prensipleri vakfiyelerinde açıkça ifade edilirdi. .
Kervansarayda bir olay ihbarı yapıldığında gereği
yapılırdı. Yolcunun malı kaybolursa, zararı ziyanı ödenirdi. Can kaybından derbent görevlisi
sorumlu tutulurlardı.
Yolcular, sabah uğurlanırken kervansaray görevlisi,
yolcuklara şöyle seslenirdi:
"Canınız, malınız tamam mıdır?" Yolcular
da: "Cümlesi tamamdır, Allah, hayrat sahibine
rahmet eylesin! ” diye dua ederek karşılık vererek,
ayrılırlardı
İKİNCİ ADIM DERBENT TEŞKİLATI OLDU
Kervanların güvenliğinin
sağlanması, ıssız ve sahipsiz yerlerin
tarıma açılıp şenlendirilmesi adına, Anadolu’da ticaret yollarının
üzerinde ikinci bir adım daha atıldı, “Derbent Teşkilatları” kuruldu.
Kervansaraylar, hanlar, geçitler, köprü başları, derbentlerin kurulduğu belli
başlı yerler oldu. XIV. yüzyılın sonlarından itibaren de Derbent teşkilatı
yaygınlaştı. Güvenilir kişiler derbent görevlisi yapıldı. Onlardan, kervanların
korunması, güvenliklerin sağlanması, bozulan yolların onarılması, talepte
bulunan kervanlara kılavuzluk etmeleri,
istendi; ama, tüm bu hizmetlerinin
karşılığında, kendilerinden vergi
alınmadı. .
İpek Yolu’nda yapılan adeta devrim gibi bu yeniliklerle,
ve alınan tedbirlerin başarılı bir biçimde uygulamaya konması ile Anadolu, dünya
ticaretinin merkezi konumuna geldi. Ta ki, Avrupa ülkelerinde de yerli
ipek üretilmeye başlayıncaya, XVII. yüzyılın başlarına kadar.
Bu tarihi bilgilerden sonra şimdi
gelelim Aksu Köyünün tarihteki rolüne..
Kâmil Kepecioğlu’nu kaleme aldığı,Bursa Kütüğü adlı kitabın,
I.cildinde, Aksu hakkında şu bilgiler
mevcuttur:
“XIV. asırda
Sâmit (Sıyâmi) Dedeye padişah hükmi şerif verip
Aksu’da oturmasını sağlamış, ayrıca haymane evlerde kalanlardan ve
hiçbir kimseye reaya kaydolunmamış kimselerden getirilip Aksu
şenlendirilmiştir. Bu kimselerin avarız-ı divaniyeden emin olup burasını
gözetip ve buradaki kervansarayı tamir edip ve yolları açıp cemi tekâlif-i
örfiyeden de müsellem olmalarına dair hükm-i şerif verilmiştir.
Köyün ilk mutasarrıfı Yahya Fakih idi. Sıyami
Dedenin ölümünden sonra Aksu, ulemadan
Mevlânâ Şeyh Muslihuddin Efendiye, oğluna, oğlunun oğluna temlik edildi.
Malikâne mutasarrıfı iken bu da vefat etmiş oğlu Mevlânâ Şemseddin Efendiye
intikal etmiştir.
Beylik Han da denilen büyük kervansarayı 1498’de,
iki dönümden fazla yerde, İstanbullu Tüccar Mehmed oğlu Hoca Dursun yaptırdı.
Mevcut bir fermanda göre, Aksu köyü 1609 senesinde,
eski Rumeli Beylerbeyi Nişancı Mehmet Paşanın mülki imiş…1656 senesine ait bir
kayda göre de, Aksu Köyü has odabaşı Hasan Ağaya hatt-ı hümayun ile temlik buyurulmuş. O da,
Haremeyn (Mekke-Merdine) fukarasına ve bazı hayratına vakfeylemiş…
1660’da Celâlî Hasan istilasında Aksu’daki Han ve
karşısındaki dükkanlar kısmen yanmış, kısmen yıkılmış, üzerindeki kurşun zayi
ve telef olmuş. Hayırseverlerden Sûfi Hacı Mehmed, Hanı, kendi parası ile tamir
ve ihya etmiş…
1743’de Muallimzâde Kazasker Ahmed Efendi, bir
mektep ve bir zaviye bina eylemiş ve idaresi için de Bursa’da Zeyniler
Mahallesinde bir çifte hamam bina edip vakfeylemiş… Şeyhülislâm Kara Çelebizâde
Hüsameddin Efendi, Aksu’daki büyük ve küçük hanları Kozluören’deki camiye
vakfeylemiş.”
ADIM ADIM AKSU GELİŞTİ
Aksu’yu tanıtan bir broşürde;Küçük Han’ın, Hamamın ve Mescid’in 1460’da vakıf olarak yaptırıldığı tahmin edilmektedir,
denilmektedir.. Ayrıca, Mescidin mülkiyetinin Karçelibizâde Hüsameddin
Vakfı’na ait olduğu ifade edilmektedir.
Yukarıdaki satırlarda ifade
ettiğim, Kervansaray ve Derbentçi bilgilerinden yola çıkarak, Aksu’daki tarihi
yapılarla ilgili olarak şunları söyleyebiliriz: İlk Han’a, Küçük Kervansaray’a
bir kurucu derbentçi atandı. Han, hamam, mescit ve mektep için: Vakıf mütevellileri, mescidin imamı, müezzini, mektebin muallimi… ilk
görevlendirilenler oldu. Aksu geliştikçe ihtiyaca
göre, dükkânlar, değirmenler hizmete
girdi. Derbentçi ölünce, bu
görevi oğlu, torunu yaptı. Ya da görevlendirilen bir başkası. Bu konuda bilgi
yok
Bu
Kervansaraylarda; nalbant, baytar, tabip… gibi kervan yolcularına ve hayvanlarına sağlık hizmeti veren
görevliler bulunduruldu. Ayrıca, araba
ve koşum takımları onarımı yapan, arabacı, demirci, semerci, saraç… gibi ustalar da vardı.
Aksu’daki bu tarihi yapılar,
yüzyıllarca İpek Yolu yolcularına, barınma, yeme içme, yıkanma,
sağlık hizmetleri sundular.
Hatta bu Kervansaraylar, hacca giden ya da hacdan
dönen yolculara da kucak açtı. Belki de bazı Bursalı hacılar Aksu’da yakınları
tarafından hüzünle uğurlandı, sevinçle karşılandı... Nihat Bey bu
konuda şunları söyledi:
“Evet, benim çocukluğumda bile bazı hacılar köyde
karşılanırdı. Hacı yakınları biz çocuklara krep verip sevindirirlerdi. Onları boynumuza
sevinçle sarardık.
İpek Yolu’nun kervanları birden fazla güzergah
izleyerek Anadolu’nun muhtelif şehirlerine ulaşırlardı, demiştik. Bir örnek
verelim; Erzurum’dan Anadolu’ya giriş yapan bir kervan, Malatya, Kayseri,
Ankara, Bilecik… güzergahından İnegöl’e varırdı. İnegöl’den Akıncılar,
Babasultan, Kozluören, Şükraniye köyleri yoluyla Aksu Kervansarayına gelir,
orada bir süre mola verirdi… Yolcu edilen kervanlar ise, Kızık köylerini aşıp,
Uludağ’ın kuzey yamaçlarından geçerek Temenyeri’ne varırdı. Oradan da, Gökdere
vadisinin en dar yerindeki- şu an sadece ayak kaideleri kalan- köprüden geçerek
Maksem Caddesi’nden Bursa’nın ticari hanlarına gelirdi. Yüklerinde; ipek
ipliği, ipekli kumaşlar, kadın ve erkek
giyim eşyaları, deri, deri ürünleri,değerli taşlar, baharat… gibi mallar olurdu.
Bu yüklerin bir kısmını Bursa’da satarlardı. İşlerini bitirince de, Bursa’dan aldıkları
ürünleri de yanlarına alarak yollarına devam ederlerdi. İznik, İzmit,
İstanbul ve Trakya istikametinden Balkanlara,
Avrupa içlerine kadar giderdi.
Aksu Köyü, tarihi İpek Yolu’nda bir duraktı, küçücük
bir noktaydı. Bu köyün veya benzer köylerin bu misyonlarının unutulmaması
adına, yeni nesillere hatırlatmak istedim…
Gezip gördük ki Aksu, turizme kazandırma adına,
Bursa’da ikinci bir Cumalıkızık olmaya aday bir köy… Aksu köyü ziyareti bana bu
duygu ve düşünceleri hatırlattı.
Fevzi Şen beyefendiye çalışmasından dolayı çok teşekkürler.Mümkünse tanışmak isterim.
YanıtlaSilMustafa TAŞKIN
05357618777