Turgut Bey, bıçakçılığa ne zaman başladınız? Tasarım
yarışmasına katılmaya sizi kim teşvik etti?
Baba mesleği olan bıçakçılığa ilkokulu bitirdikten sonra 10
yaşında başladım. Sabır işi olan mesleğimi birçok zorluğa rağmen 35 yıldır
sürdürmeye çalışıyorum. Tasarım yarışmasına katılmayı oğlum teşvik etti, onun
ısrarıyla girdim. Önceden hazırlıklı değildim, yarışmaya katılmak için çok kısa
süre vardı. Bir taraftan da yaptığımız işlerin devamının sağlanması derken,
velhasıl kısa sürede ve hazırlıksız olarak bu yarışmaya katıldık.
Yeni kuşaklara bu işi öğretiyor musunuz?
İlgilerini çekiyor mu, yoksa zor mu geliyor?
Bıçakçılık mesleği bir sanattır. Çırak bulmak, onu
yetiştirmek, mesleği sevdirmek, uzun ve zorlu bir süreç. Mesleğimiz sanattan
uzaklaşıp, fabrikasyona yöneldiği için çırak bulmakta zorlanıyoruz. Yeni
kuşaklara bu işi öğretmek istiyoruz, ama söylediğim gibi, işler fabrikasyona
yöneldiği için çırak bulup yetiştirme konusunda sıkıntı çekiyoruz. Genç nesil bu
işi hobi olarak seyretmek hoşlarına gidiyor ilgi gösteriyorlar, ama gerçek
meslek olarak görmüyorlar.
Eski yıllarda dünyaya kaliteli bıçak ihraç eder
konumundaki Bursa’da, ata yadigarı bu gözde zanaat neden azaldı?
1953 yılında çıkan, 6136 sayılı kanun, bence bu mesleğin
bitirilmesini başlatmıştır. Cumhuriyet döneminde kılıçlara ilgi azalınca, o
günkü sanatkar ustalarımız ‘söğüt
yaprağı, yılan dili, bör bıçağı’
dediğimiz vitrinlik bıçakları çalışmışlardır, ama 1953 yılında çıkan bu kanun
onlara yasak getirmiştir. Sanatkar ustalarımız sebze bıçağı, meyve bıçağı
yapmayı kendine yedirememiştir. Görevlilerin gelip yaptığı eserleri vitrinden
alıp götürmeleri, ‘bunlar yasak bunları yapmayacaksınız’ demesi ve tutanak
tutması bu bıçakları yapacaksınız demeleri ağırlarına gitmiştir. Yani ordulara,
insanlara, savaşlara kılıç yaparken, döndük bu bıçaklara. Şimdi bunları da
elimizden aldılar döneceğiz sebze bıçağı ve meyve bıçağı yapmaya deyip
gururlarına yedirememişler. Bu yasak hala günümüzde de devam ediyor.
Bıçakçılık azaldı tamamen zanaat yönüne döndü, kalıplarla
fabrikasyona döndü. Bu da görsel olarak bıçakçılıkta eksiklikler meydana
getirdi. Sanatçılar yetişmedi, bunlara karşın dünyadaki yerimiz yine var,
ismimiz devam ediyor, sadece değerlendirme pozisyonumuz eksik. Yetkililerden bu
konuda yardım istiyoruz. Gemilerle Çin malları gelirken, bütün kapılar
açılıyor, biz tamamen ‘sanat’ olarak onlarla mücadele etmek zorunda
kalıyoruz… Geçim derdi olan insanların
da, ileriye umutla bakmaları, plan proje hazırlamaları mümkün değil. Çünkü
sabah başladığı bıçağı, akşam satacak ki evine ekmek götürebilsin. O insanların
da mücadele etmeleri, direnmeleri
zorlaşıyor. İşte yetkililer burada devreye girmeli ve bu konuda bize yardım
etmeli.
Bu işin incelikleri ve püf noktaları nelerdir?
Çok bir zor soru sordunuz… Fakat eski bir ustamızla bir sohbetimizde
şöyle tarif etti; “İşçi eliyle çalışandır, usta eli ve kafası ile çalışandır,
sanatkar ise eli, kafası ve bu işe gönlünü koyandır.” Yani talep gören, isteğe
göre çeşit çeşit içerikleri alıp işlemek sevgiyle oluyor. Sevgiyle işlediğiniz
zaman güzel bir şey çıkıyor ortaya. İşte bunu tarif edebilmek mümkün değil.
Çünkü defalarca, günlerce, hatta haftalarca bir bıçakla uğraşıyorsunuz. Bir
bıçağı elinize aldığınızda 3 gün, 5 gün, bir hafta, 10 gün, hatta bir ay sürebilecek
işi oluyor. Bıkmadan, usanmadan nakış
işler gibi onları işlemeniz gerekiyor.
Size göre bıçakçılık yeniden nasıl canlanır?
Şimdi burada ikiye ayırmak lazım sektörü. Sanat olarak
yapan, zanaat olarak yapan diye... Aslında sanat olarak bu işi kalkındırmak
kolay, yani zor değildir. Bu işi yapacak olan kişilerin sayısı da azdır.
Bursa’da bir elin parmaklarını geçmez herhalde. Valimiz, Belediye Başkanlarımız
ya da işadamları, bu tür taleplerde bulunursa, hediyelik eşya olarak çok kısa
sürede sanat yönü gelişir. Ben yaptığım bir ürünü satmam gerekiyor ki, bir
yenisini yapayım veya arkadaşımız bana talepte bulunmalı ki, ben kendimi
fikrimi zorlayayım onun için. Yani bunlar da aslında çok büyük bir rakamlar
değildir. Valimiz ve Belediye Başkanlarımız gelip bana ya da arkadaşımıza, bana
şundan beş adet yap, öbürüne gidip on tane bundan yap deyip hediyelik sipariş
etmiş olsa, böylelikle esnafa pay edilirse, bir kişiye değil tabi ki, teşvik
edilirse eğer, sanat yönü bir anda canlanır. Fabrikasyon olayı daha zor bir
boyut, dıştan gelen Çin mallarının engellenmesi gerekiyor. Uluslararası alanda
pazar payında bir iki tecrübe verilmesi gerekiyor bizlere. O daha zor gibi
geliyor bana, daha uzun bir süreç. Ama sanat yönü kısa sürede canlandırabilir.
Yani o müzelerde görülen eserleri, 3-5 senede piyasada hediyelik olarak
görmeleri bence kaçınılmaz.
Gençlerin ilgisini çekmek ve meslek olarak
benimsemeleri için ne yapmak gerekiyor?
Avrupa’daki meslektaşlarımızı araştırıyoruz internetten,
bakıyoruz bir bıçağı 2 bin, 4 bin avro, hatta 10 bin avroya satıyorlar.
Türkiye’de de buna yakın talepler olmuş olsa, çırak bulmak zor olmayacak. Şimdi
diyor ki, ben hangi işi yapayım?
Fabrikasyon işi olsa gücüm yetmez, fabrika kurayım makineler alayım.
Öbür türlü işi yapsak, talep yok kime ne satacağız, kaç tane bıçak satacağız endişesi var. Şimdi
baba getirip oğlunu bu mesleğe verdiği zaman soruyor; arkadaş bu iş nasıl
gidiyor? Nasıl oluyor? Yarın öbür gün bu çocuk böyle bir işyeri açabilir
mi, çalıştırabilir mi? Fabrika
kurabiliyorsa gelsin diyoruz. Eee fabrika kurmaya gücü yok, bu tarafta 6136
sayılı kanun sanatı engellemiş. Onu da uygulayamıyoruz, mesela geçen yıl bu
kanundan ceza alan arkadaşlarımız oldu. Yani kanun yürürlükte uygulanıyor, bana
uygulamıyorlar sana uyguluyorlar, ona uygulamıyorlar öbürüne uyguluyorlar, kime
denk getirirse.
Hayata dair neler öğretiyor bu iş?
Bıçakçılık mesleği; sabrı öğretir, hayatı, sevgi ve saygıyı
öğretir. Dürüstlüğü ve mertliği öğretir, yaşamayı öğretir. Elinize bir kalıp
çelik alıyorsunuz ve bu çeliği ocakta döve döve, kişinin isteğine göre yapmaya
çalışıyorsunuz. Bir müşteri ya da arkadaşımız geliyor, avda kullanacağım diyor.
Şimdi o bıçağın ona orada cevap vermesi gerekiyor, ola ki zor durumda kaldı,
ola ki bir ayı çıktı veya ağaç kesmesi gerekti, canını kurtarması için bir şey
yapması gerekiyor, işte o noktada canını size emanet ediyor aslında, siz burada
devreye giriyorsunuz. Emeğinizi ona veriyorsunuz, burada dürüstlük mertlik
hepsi içine giriyor… Uygun bir şekilde bitirdiğiniz ve teslim ettiğiniz zaman
huzur içerisinde oluyorsunuz, evinize de huzurla gidiyorsunuz. Yani büyük bir
keyif ve mutluluk alıyorsunuz. Hayatı ve yaşamayı öğretiyor…
AVRUPA'DA BÜYÜK İLGİ GÖRÜYOR
Valla bu işi ben çok seviyorum ve severek yapıyorum.
Vatandaşların da ilgisi güzel ama yeterli değil. Maddi ve manevi bıçakçılık
sektöründe eksiklik var… Mahalle muhtarı mahallenin, belediye başkanı şehrin, başbakan
ülkenin ufkunu açar. Valilik, Belediye veya işadamları bu sektöre eğilip,
hediyelik siparişi ile bizlerin önünü açabilirler. Bu onlara cüzi miktarda yük
getirecektir ve inanıyorum ki, hediye verdikleri kişiler de çok memnun
olacaklardır. Mesela biz rahmetli Ali Durmaz beyefendiye, Bıçakçılar Odası
olarak plaket verdik. Rahmetli Ali Bey sebze ve ekmek bıçağını set olarak
yaptırıp, yurtdışında katıldığı fuarlarda bütün müşterilerine bıçak hediye
ederdi. Biz ona bu konuyu sorduğumuzda, çıraklık dönemini bıçakçıların içinde
geçtiğini bundan dolayı da bir gönül sevdası olduğunu ifade ederek; “Hediye
olarak havlu veya başka şeyler götürüyoruz bunlar klasik hediyeler. Biz bunu
değiştirelim, bıçak götürelim dedik. İyi ki de götürmüşüz. Tahmin edemediğim
kadar mutlu oldum. Avrupa’da insanlar bunun el sanatı olduğunu duyunca,
kullanmaya kıyamıyorlar vitrine koyuyorlar. Bir dahaki sene yine fuara
geldiklerinde siz bana geçen sene bıçak hediye etmiştiniz. Çok memnun kaldık, komşum da istiyor,
kardeşim de istiyor, tekrar verebilir misiniz?”
söyleriyle sadece bıçak için geliyorlardı. Bu kadar ilgili tahmin etmiyordum” diyerek
anlatmıştı bizlere. Böyle bir işadamına 500 tane ekmek bıçağını hediye olarak
yaptırmak maliyet olarak yük getirmiyor ki. Bizden rica ediyor, biz de onun
ismini yazıyoruz. Örneğin “Durmaz Makine Sanayi” hem hediye ediyor, hem de reklamını yapıyor…
Bütün toplumlar örf ve adetlerine sahip çıkıyor. Japonlar
bir kılıç yapıyor, övünüyor bütün dünyaya övünerek konuşuyor. Samuray kılıcı
diye… Bugün İngiltere, Fransa, ne varsa bütün geçmişlerinin kılıçlarını birebir
yapıyorlar. Biz ise birebir ölçülerini bile bulamıyoruz Osmanlı kılıçlarının.
Yemen’de cenbiye dedikleri bir olay vardır. Bütün erkekler bellerinde hançer
kılıç taşır. Ne kadar güzel ve gösterişli olursa, o kadar itibarlı olurlar. Her
erkek bir cenbiye taşır. Bugün insan şuurunu yitirdi mi, kaldırım taşı ile de
insan öldürüyor, çarşıda baltalar 5-10 liraya satılıyor. Bir baltanın vahşetini
düşünebiliyor musunuz? Bunlar vitrinlik eserler. Benden bir müşteri kılıç
yapmamı isteyecek, ben ona 2 ay uğraş vereceğim… Şimdi o insan mı öldürür? Yoksa
onu alıp duvarına asar? Bu bir sanattır, bunun vahşetle, onunla bununla hiçbir
ilgisi yoktur. O gün çıkan kanun hangi mantıkta çıktı, onu da anlamak mümkün
değildir. Sorgulamak da istemiyoruz, bizim bir tek derdimiz var, bu kanun
kalksın sanat uygulansın. Okçuluk da unutulmuştu, birkaç arkadaşımız çıktı, yay
nasıl yapılır bunu araştırıp öğrendiler ve atışlar yaptılar. Bu olay şimdi
merak uyandırdı ve yeniden insanlar okçuluğa merak saldı… O arkadaşlar bu
çabamdan dolayı, geçen hafta buradaydı. İstanbul’dan 4 arkadaş geldi, biri
doktor, biri makine mühendisi, biri
elektrik teknisyeni, biri tarih öğretmeni. Bunlar bu işe gönül vermiş insanlar.
Şimdi ortak bir çalışma yapacağız, ben kılıç yapacağım, onlar da zırh delmeye
çalışıyorlar… Çelik konusunda birlikte çalışacağız. At üstünde ok atmaya
başladık dediler. Zırh örmeyi öğrenmiş bu arkadaşlar, mükemmel hatta takdire
şayan bir mücadele veriyorlar. İşte bizde de kılıç olacak tabi, Türkler çeliği
kılıçta kullanan tek millettir. Bütün savaşları kılıçla kazanmışlar. Şimdi biz
bunları unuttuk, Avrupa yapıyor araştırıyor. 20 yıldır araştırmalar yapıyor. O
benim atalarımı merak ediyor, araştırıyor ve ülkesinde rahat bir şekilde
yapıyor. Bugün Japonya’da, Çin’de kılıcınla dolaşabiliyorsun, hiçbir yasak
engel yok, maalesef ülkemizde var. Bu bir sanattır! Bu kanun kalkmalı. Şimdi
müşterilerimiz geliyor şunu şöyle yapalım diyor, ben de onlara 6136 sayılı
kanun gereği yapamayız diyorum. Kılıç yapalım diyorlar. Ağzını keskin yapamayız
diyorum, çünkü 6136 sayılı kanuna giriyor. Müşteri de diyor ki, sen o kadar
uğraşacaksın, özene bezene yapacaksın ama kesmeyecek. Ne işe yarayacak bu?
Oyuncak. Röportaj: Kadriye Pakten
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder