15 Nisan 2012 Pazar

İPEK YOLU’NDA DERBENTÇİ KÖY: AKSU


Fevzi Şen / Bursa Kent Tarihi Araştırmacısı
Tarihi ve kültürel dokusu ile dimdik dik ayakta duran az sayıdaki köylerimizden biri olan Aksu, son günlerde kent gündeminde… Bursa Valisi Sn. Şahabettin Harput, Kestel Kaymakamı Sn. Erhan Özdemir ile birlikte, Köy Muhtarı Nihat Koştur’un daveti üzerine köyü ziyaret edip incelemelerde bulunmuş. Köylülerin, Aksu’nun tarihi dokusunun elden geçirilip, turizme açılması konusundaki taleplerine: “Geçmişten miras eski evleri ve tarihi yapıları ayağa kaldırıp, gelecek nesillere aktarmalıyız” diyerek,  olumlu cevaplar vermiş.
Bir grup Bursa Kent Konseyi üyesi çevre ve tarih dostu ile birlikte, bizler de, gündemdeki köyü tanımak, gönüllü katkısı sağlamak adına, 13 Mart 2010’da Aksu’yu ziyaret ettik. Günlerdir yağışlı geçen hava o gün şansımıza açıktı. Baharın habercisi kızılcıklar ve erik ağaçları çiçek açmıştı. Geleceğimizden önceden haberdar olan muhtar, bizleri köy meydanında karşıladı. Köyü hakkında ilk bilgileri verdi. Şunları söyledi:

“Aksu; Bursa’nın güney doğusunda, eski Bursa Ankara Yolu üzerinde, Uludağ eteğinde  Kazancı yokuşunda, Göksu Deresi etrafında kurulmuş 600-650 yıllık bir Osmanlı köyüdür. Doğusunda Kazancı, güneyinde Turanköy- Erdoğan (Dimboz), kuzeyinde Lütfiye, kuzeybatısında Gözede ve Alaçam köyleri bulunmaktadır. XIV. yüzyılda Horasan erenlerinden Çiçek Dede tarafından kurulan köyümüz, Bursa’ya 24 km uzaklıkta olup Kestel’e bağlıdır. 
2010 yılı itibariyle köyümüzde 600 kişi civarında nüfus var, 130 hanedir. 1908’de 121 hanenin yaşamış olduğu tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. 1927’de ise nüfusu 676 kişi imiş.
Aksu; İpek Yolu üzerindedir.  Derbentçi köyü olarak bilinmektedir.” 

AKSU’YU KÖŞE BUCAK GEZDİK 
Bu ilk bilgileri aldıktan sonra, Muhtarla birlikte köyü gezdik, tarihi mekanları ve sivil mimarlık örneği evleri tek tek gördük. Zamanımıza ulaşabilen yapılara bakıp, Aksu’nun özgün kalabilmiş nadir köylerimizden biri olduğu kanaatine vardık. Benimle birlikte, bir kısım arkadaşımız gördükleri güzellikleri fotoğrafladılar.
Bozulmamış sivil mimarlık yapısı binaları dikkatimizi çekti. Çoğunlukla iki katlı evlere, iki kanatlı ahşap kapılı avludan geçilerek girilmektedir. Evlerinin alt katları ahşap hatıllı taş duvarlı olup, üst katlar ahşap karkas tekniği uygun kerpiç dolguludur. Bu özellikleri ile Aksu köyü evleri bizlere, aynı dönemde kurulduğu sanılan yöre köylerinden,- yalnız Bursa’da değil  Türkiye’de tanınan- Cumalıkızık’ı hatırlattı. Cumbalı, çivit mavisi, beyaz, yeşil, pembe boyalı evleri ile,  çok azı  günümüze gelebilen kadim Bursa evlerinin benzerlerini Aksu’da görmüş  olduk..

Avlusunda, mabedi yaptıran şahsın kabri bulunan, tarihi Köy Mescidi yıllar içinde gördüğü onarımlarla halen ibadete açık iken, hemen güney doğusundaki küçücük hamam, taş ve tuğladan tonozlu kubbeli olarak yapılmıştı, ama bazı kısımları yıkıldı, yıkılacak konumda idi. İçine girdim; soyunmalık kısmı ahşap çatılı olduğu için zamana dayanamayıp çürümüş. Kararmış tavan tahtaları yere doğru sarkmış, payandalarla ayakta zor duruyordu. Buradan, ılıklık ve sıcaklığa geçip yıkanma yerlerine vardım. Kurna başı denilen yerlere dikkatlice baktım. Oradan, halvet adı verilen,  yalnız başına yıkanma hücrelerine geçtim.. Tarihi doku yerli yerinde bozulmadan duruyordu. Künk borular kullanılamadığı için, son yıllarında, zaruretten olsa gerek, duvar üstlerinden plastik borular döşenerek, güneş enerjisi ile ısıtılarak  kullanılmış. Çirkin bir görüntüsü vardı…
Hamamın külhanı çoktan çökmüştü. Odun ateşinden çıkan alev ve duman, tüteklik adı verilen, duvarların içlerinden geçip, bacadan çıkarak hamamı ısıtırdı. Külhandaki kazandan çıkan sıcak su ise,  künk borularla kurnalara gelirdi. Burada taslara dolarak bol köpüklü sabun ile,  hamamcıları ak-pak yapar, dinlendirdi. Muhtar Nihat Bey, çıkışta bana, hamamın dışından geçen künk boru yerlerini gösterdi:
“Nasıl bir teknik uygulandıysa, kaloriferli gibi bir hamamdı.”dedi.
Hamam gezisinin bende uyandırdığı ilk izlenim; son yıkananı sanki biraz evvel ayrılmış gibiydi…  Hâl dilince kulağıma, “Kimler yıkanmadı ki bende!” diye adeta fısıldıyordu. “İpek yolunun yorgun yolcularını da yüzyıllarca yıkadım”, diyordu…          

Köyle yaşıt olduğu söylenen tarihi köy konağı da yılların yorgunuydu, mahzundu. Kendisine   dokunacak, yeniden  hayatiyet kazandıracak  bir el beklemekteydi.
İki handan büyüğünü, İstanbullu Tüccar Mehmed oğlu Hoca Dursun yaptırmış.  Bu hanın, yalnızca kuzey kısmındaki duvarı, taç kapısı, kitabesi ile birlikte günümüze kadar ulaşabilmişti. İlk yapılan Küçük Hanın ise yarıya kadar yıkık güney duvarı mevcuttu. Bu duvar zaman içinde bazı Aksulular tarafından değerlendirilmiş, üzerine komşu binanın duvarı kondurulmuş vaziyetteydi.. 
           
Aksu’nun tarihi çeşmesi, ulu çınarın gölgesinde hâlen gürül gürül akmaktadır. 1896’da Sultan Abdülhamid döneminde, Bursa valisi Münir Paşa tarafından, yollar açılırken  yaptırılan bu çeşmenin, tuğra kitabesi kem gözlerden, uğursuz  ellerden sakınılmış, kafes içinde korunmaktadır..
            
Tarihi çınarı da görülmeğe değer. Bursa Orman İşletmesi Müdürlüğü Mühendislerinin yaptırdığı inceleme sonucu ağacın, 420 yıllık olduğu 1590’da dikildiği tespit edilmiş. Dallarının birbirlerine doğru uzandığı, zaman içersinde bazılarının birleşerek lehim gibi  kaynaştığı, dikkatlice bakıldığında görülebilmektedir. Muhtarın verdiği bilgiye göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında, bir Bursa ziyareti dönüşünde, o çınarın altında serinleyip, huzur bulmuş… Kendisine ikram edilen çayı içip, Aksulu ve çevre köylülerle sohbet etmiş.

Köyün kurucusu Çiçek Dedenin kabrinin de bulunduğu, tarihi Çiçek Dede Mezarlığı eski Bursa Ankara Yolu üzerinde bulunmaktadır. Burası köyün ilk mezarlığıdır. Bu mezarlıkta yatmakta olan, Kurtuluş Savaşı şehitlerinden kahraman üsteğmen Mustafa Şefik Bey ve kimlikleri hakkında bilgi bulunmayan altı şehit eri, muhtarla birlikte ziyaret ettik. Köyü tanıtan broşürde, üsteğmen Mustafa Bey hakkında şunlar yazılmaktadır: Mustafa Şefik Bey, Bursa’nın işgal yıllarında Acıelma (Şadan) köyündeki Yunan karakoluna bir gece baskını düzenlemiş. Nöbetçiyi öldürmüş. İçeri attığı bomba ile on dört Yunan askerini havaya uçurmuş. Attığı ikinci bomba talihsizlik sonucu patlamamış. Sağ kalan bir Yunan askeri bombayı üsteğmenimizin üzerine fırlatıp şehit etmiş.
Köyün yaşlılarından Halil Lafçı (D.1932) “Şehitlikte, üsteğmen Şefik Beyin yanında, 1922’de Alay mızıkacısı olarak görev yaparken şehit düşen altı erimiz daha yatmaktadır” dedi.  Köyünü tanıtma adına, sözlerini şöyle sürdürdü:
“1930’lu 40’lı yılarda köyümüzde gülcülük yapılırdı. Köylümüz geçimini gülcülükle sağlardı Gül bahçeleri çoktu, Aksu gül kokardı. Ardından, ipek böceği yetiştiriciliği yaptık. Zirai ilaçla tanıştık. Zehir kullanılması yaygınlaştı. Bu durum dut yapraklarını etkiledi, ipekçiliği bitirdi.  Dutlukları kestik. Meyveciliğe başladık. Şeftalicilik yaptık. Bir kısım insanlarımız, yine geçimini sağlayamadı. Gençlerin bir kısmı köyden şehre göçtü.”

Muhtar Nihat Koştur, Aksu,  İpek Yolu üzerinde, Derbentçi köy derken, köyün eski misyonu gözümün önünde canlandı. Şöyle hafızamı yokladım “İpek Yolu” ve “Derbent-Derbentçi” bilgilerimi hatırladım. Arz edeyim: 

İPEK YOLU 
İpek Yolu; Çin'in en uç noktasından başlayarak, Orta Asya’yı baştan başa kat ederek Avrupa içlerine, hatta, Britanya Adalarına kadar ulaşan binlerce kilometrelik bir yoldu. Bu tarihi kervan yolu, yüzyıllarca, kervan yolcularını varacakları yerlere güvenle iletti. Kervanlarla taşınan malının ağırlıklı olarak ipek ve ipekli mamullerden oluşması nedeniyle de bu tarihi yol,  İpek Yolu olarak adlandırıldı.  
İpek Yolu’nun zaman zaman güzergah değiştiren ana ve tali yolları vardı. Dönemin siyasi, sosyal, ekonomik koşulları etkili olurdu, güzergah tayininde… Anadolu, İpek Yolunda önemli bir güzergahtı.

İpek Yolu’nda, kervanlarla, ipek ve ipek ürünleri yanında, Uzakdoğu’nun maddi değeri yüksek taşları, porselen, kâğıt, baharat..gibi değerli malları da taşınırdı. Dinî ve kültürel kitaplar, her türlü sanat eserleri… Yine bu ticarî yollarla satandan alana ulaştırılırdı. Yani, kültürler arası  fikir alışverişte de bulunulurdu. Evet, Kervancılar bu kâdim yolla, değerli mallarla birlikte, kültür,  sevgi, hasret de taşırlardı

İLK ADIM OLARAK KERVANSARAYLAR KURULDU
Selçuklular ve Osmanlılar zamanında, Anadolu’nun  Türklerin eline geçmesi ile birlikte, İpek Yolu’nun  Anadolu  güzergahlarının ticareti elimize geçti. Atalarımız, hakimiyetimiz altındaki güzergahlarda  ticari faaliyetleri artırmak adına iki önemli adım attılar: Bunlardan biri “Kervansaray” yapıları, diğeri de  “Derbent” teşkilatıdır.
Anadolu’da ticaret yolları boyunca, XII. yüzyıldan itibaren “Kervansaraylar” yaptırıldı. Yaya yürüyüşü ile bir günlük mesafelere, deve yürüyüşü ile de, otuz kırk kilometreyi geçmeyen  aralıklarla yapılan Kervansaraylarda; yolcuların kalabileceği odalar, eşyaların konabileceği depolar, hayvanlarının barınabileceği ahırlar… gibi bölümler bulunurdu.
Kervansarayların inşası ile, kervanların eskisi gibi ıssız yollarda,  harami saldırılarına açık bir biçimde, çadırlarda gecelemeleri dönemleri sona erdi. Tüccarların,  hem can ve mal güvenliği sağlandı, hem de çağına göre  konfor ortamı oluştu. Irk, din, milliyet ayrımı gözetmeksizin tüm kervanlar misafir kabul edildi. Ayrıca, bu kervansaraylarda, üç günlük süre ile sınırlı olmak üzere parasız yiyecek, yatak, sağlık ve hayvanlara ahır hizmetleri de verildi. Her türlü giderleri karşılamak amacı ile, Kervansarayların vakıfları da bulunurdu.  Ve, vakıfların  çalışma prensipleri vakfiyelerinde açıkça ifade edilirdi.  .
Kervansarayda bir olay ihbarı yapıldığında gereği yapılırdı. Yolcunun malı kaybolursa, zararı ziyanı  ödenirdi. Can kaybından derbent görevlisi sorumlu tutulurlardı.
Yolcular, sabah uğurlanırken kervansaray görevlisi, yolcuklara şöyle seslenirdi:
"Canınız, malınız tamam mıdır?" Yolcular da: "Cümlesi tamamdır, Allah, hayrat sahibine
rahmet eylesin! ” diye dua ederek karşılık vererek, ayrılırlardı

İKİNCİ ADIM DERBENT TEŞKİLATI OLDU
Kervanların güvenliğinin sağlanması, ıssız ve sahipsiz yerlerin  tarıma açılıp şenlendirilmesi adına, Anadolu’da ticaret yollarının üzerinde ikinci bir adım daha atıldı, “Derbent Teşkilatları” kuruldu. Kervansaraylar, hanlar, geçitler, köprü başları, derbentlerin kurulduğu belli başlı yerler oldu. XIV. yüzyılın sonlarından itibaren de Derbent teşkilatı yaygınlaştı. Güvenilir kişiler derbent görevlisi yapıldı. Onlardan, kervanların korunması, güvenliklerin sağlanması, bozulan yolların onarılması, talepte bulunan kervanlara kılavuzluk etmeleri,  istendi; ama, tüm bu hizmetlerinin  karşılığında, kendilerinden  vergi alınmadı.    .
      
İpek Yolu’nda yapılan adeta devrim gibi bu yeniliklerle, ve alınan tedbirlerin başarılı bir biçimde uygulamaya konması ile Anadolu,  dünya ticaretinin merkezi konumuna geldi. Ta ki, Avrupa ülkelerinde de yerli ipek üretilmeye başlayıncaya, XVII. yüzyılın başlarına kadar. 
  
Bu tarihi bilgilerden sonra şimdi gelelim Aksu Köyünün tarihteki rolüne..   Kâmil Kepecioğlu’nu kaleme aldığı,Bursa Kütüğü adlı kitabın, I.cildinde,  Aksu hakkında şu bilgiler mevcuttur:
 “XIV. asırda Sâmit (Sıyâmi) Dedeye padişah hükmi şerif verip  Aksu’da oturmasını sağlamış, ayrıca haymane evlerde kalanlardan ve hiçbir kimseye reaya kaydolunmamış kimselerden getirilip Aksu şenlendirilmiştir. Bu kimselerin avarız-ı divaniyeden emin olup burasını gözetip ve buradaki kervansarayı tamir edip ve yolları açıp cemi tekâlif-i örfiyeden de müsellem olmalarına dair hükm-i şerif verilmiştir.

Köyün ilk mutasarrıfı Yahya Fakih idi. Sıyami Dedenin ölümünden sonra Aksu,  ulemadan Mevlânâ Şeyh Muslihuddin Efendiye, oğluna, oğlunun oğluna temlik edildi. Malikâne mutasarrıfı iken bu da vefat etmiş oğlu Mevlânâ Şemseddin Efendiye intikal etmiştir.
Beylik Han da denilen büyük kervansarayı 1498’de, iki dönümden fazla yerde, İstanbullu Tüccar Mehmed oğlu Hoca Dursun yaptırdı.  
Mevcut bir fermanda göre, Aksu köyü 1609 senesinde, eski Rumeli Beylerbeyi Nişancı Mehmet Paşanın mülki imiş…1656 senesine ait bir kayda göre de, Aksu Köyü has odabaşı Hasan Ağaya  hatt-ı hümayun ile temlik buyurulmuş. O da, Haremeyn (Mekke-Merdine) fukarasına ve bazı hayratına vakfeylemiş…
1660’da Celâlî Hasan istilasında Aksu’daki Han ve karşısındaki dükkanlar kısmen yanmış, kısmen yıkılmış, üzerindeki kurşun zayi ve telef olmuş. Hayırseverlerden Sûfi Hacı Mehmed, Hanı, kendi parası ile tamir ve ihya etmiş…
1743’de Muallimzâde Kazasker Ahmed Efendi, bir mektep ve bir zaviye bina eylemiş ve idaresi için de Bursa’da Zeyniler Mahallesinde bir çifte hamam bina edip vakfeylemiş… Şeyhülislâm Kara Çelebizâde Hüsameddin Efendi, Aksu’daki büyük ve küçük hanları Kozluören’deki camiye vakfeylemiş.”

ADIM ADIM AKSU GELİŞTİ
Aksu’yu tanıtan bir broşürde;Küçük Han’ın, Hamamın ve Mescid’in 1460’da vakıf olarak  yaptırıldığı tahmin edilmektedir, denilmektedir.. Ayrıca, Mescidin mülkiyetinin Karçelibizâde Hüsameddin Vakfı’na ait olduğu ifade edilmektedir.
Yukarıdaki satırlarda ifade ettiğim, Kervansaray ve Derbentçi bilgilerinden yola çıkarak, Aksu’daki tarihi yapılarla ilgili olarak şunları söyleyebiliriz: İlk Han’a, Küçük Kervansaray’a bir kurucu derbentçi atandı. Han, hamam, mescit ve mektep için: Vakıf mütevellileri, mescidin imamı, müezzini, mektebin muallimi… ilk görevlendirilenler oldu. Aksu geliştikçe ihtiyaca göre,  dükkânlar, değirmenler hizmete girdi.  Derbentçi ölünce, bu görevi oğlu, torunu yaptı. Ya da görevlendirilen bir başkası. Bu konuda bilgi yok
 Bu Kervansaraylarda; nalbant, baytar, tabip… gibi kervan yolcularına ve  hayvanlarına sağlık hizmeti veren görevliler  bulunduruldu. Ayrıca, araba ve koşum takımları onarımı yapan, arabacı, demirci, semerci, saraç… gibi   ustalar da vardı.  
Aksu’daki bu tarihi yapılar, yüzyıllarca İpek Yolu yolcularına, barınma, yeme içme, yıkanma, sağlık hizmetleri sundular.
Hatta bu Kervansaraylar, hacca giden ya da hacdan dönen yolculara da kucak açtı. Belki de bazı Bursalı hacılar Aksu’da yakınları tarafından hüzünle uğurlandı, sevinçle karşılandı... Nihat Bey bu konuda şunları söyledi:
“Evet, benim çocukluğumda bile bazı hacılar köyde karşılanırdı. Hacı yakınları biz çocuklara krep verip sevindirirlerdi. Onları boynumuza sevinçle sarardık.

İpek Yolu’nun kervanları birden fazla güzergah izleyerek Anadolu’nun muhtelif şehirlerine ulaşırlardı, demiştik. Bir örnek verelim; Erzurum’dan Anadolu’ya giriş yapan bir kervan, Malatya, Kayseri, Ankara, Bilecik… güzergahından İnegöl’e varırdı. İnegöl’den Akıncılar, Babasultan, Kozluören, Şükraniye köyleri yoluyla Aksu Kervansarayına gelir, orada bir süre mola verirdi… Yolcu edilen kervanlar ise, Kızık köylerini aşıp, Uludağ’ın kuzey yamaçlarından geçerek Temenyeri’ne varırdı. Oradan da, Gökdere vadisinin en dar yerindeki- şu an sadece ayak kaideleri kalan- köprüden geçerek Maksem Caddesi’nden Bursa’nın ticari hanlarına gelirdi. Yüklerinde; ipek ipliği, ipekli kumaşlar,  kadın ve erkek giyim eşyaları, deri, deri ürünleri,değerli taşlar, baharat… gibi mallar olurdu. Bu yüklerin bir kısmını Bursa’da satarlardı. İşlerini bitirince de, Bursa’dan aldıkları ürünleri de yanlarına alarak yollarına devam ederlerdi. İznik, İzmit, İstanbul ve Trakya istikametinden Balkanlara,  Avrupa içlerine kadar giderdi.

Aksu Köyü, tarihi İpek Yolu’nda bir duraktı, küçücük bir noktaydı. Bu köyün veya benzer köylerin bu misyonlarının unutulmaması adına, yeni nesillere hatırlatmak istedim…
Gezip gördük ki Aksu, turizme kazandırma adına, Bursa’da ikinci bir Cumalıkızık olmaya aday bir köy… Aksu köyü ziyareti bana bu duygu ve düşünceleri hatırlattı.


1 yorum:

  1. Fevzi Şen beyefendiye çalışmasından dolayı çok teşekkürler.Mümkünse tanışmak isterim.
    Mustafa TAŞKIN
    05357618777

    YanıtlaSil