13 Nisan 2012 Cuma

BURSA'DAN BİR NAZIM GEÇTİ...



Bursa’da cezaevinde
Kapatmışlar bir devi
Ellerini ısıtsın yüreğimin alevi…

 Çankırı’dan Bursa’ya…

5 Aralık 1940. Anadolu’da bir bozkır sabahı… Nerde başlayıp nerde bittiği belli olmayan bir rüzgar ve uzayıp giden yolun kıyısında aralıklarla öbekleşmiş, yarılmaya karşı dirençli; dokusu sıkı ve sağlam akasyalar… Ve akasyalar gibi dirençli, onlarca yüreğin, onlarca nefesin attığı Çankırı Cezaevi… Nâzım, Harp Okulu ve Donanma Davaları sonucu davaları yürütenlerin siyasal tutumları nedeniyle 29 Ağustos 1938’de 28 yıl 4 ay hapis cezası almış ve bir iki cezaevinde kaldıktan sonra Çankırı Cezaevine gönderilmiştir.
Sabahın erken saatleriyle birlikte avluda bir hareketlilik başlar. Çankırı Cezaevi’nin nakil aracı bir iki marş sesinin ardından çalışır ve yanaşır demir kapının önüne… Nâzım Hikmet, kendisine verilen rapor gereği kaplıcalı bir kent olan Bursa’ya; bir başka deyişle, duvarları arasında kesintisiz olarak on yıl yatacağı Bursa Hapishanesi’nin beş yüz altı kilometrelik yolculuğuna o gün başlamıştır.

İlginç İddialar Ve Bir Tanıklık

Nazım’ın Bursa’ya ilk yolculuğu değildir bu. 1933’te Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’nde “gizli örgüt kurmak”, ”İstanbul, Bursa ve Adana gibi, amelenin yoğun olarak bulunduğu illerde bildiri dağıtmak”, ”duvarlara yazı yazmak…” gibi iddialar öne sürülerek; devleti yıkmaya çalışıp ama sadece yıkmakla da kalmayıp komünist bir düzen kurmaya çalışmak suçlarından idam istemiyle yargılanır. O yıllarda Pirâye’ye şöyle seslenir:
“İhtiyar bir çınar ağacına benzeyen gövdemin içinde her dem taze her dem kuvvetli ve her dem senin ateşinle dolu, aşınmamış, pırıl pırıl bir yürek taşıyorum. Seni düşünürken ben gençleşiyorum.”
1933 yılında toplam 25 mahkum jandarma gözetiminde ve ikişerli kelepçeli olarak Bursa Adliye binasına girerler. Heykel’deki Eski Bursa Adliyesi’nin önü ana baba günüdür. Nâzım, bir başka şairle, Nail Vahdeti Çakırhan’la aynı kelepçeyi paylaşır. Bursa’daki mahkemeyi o yıllarda henüz lise öğrencisi olan ve sonraki yılların ünlü gazetecisi ve yazarı olarak karşımıza çıkan İsmet Bozdağ da izler. İsmet Bozdağ’ın anlatımına göre; savcı elinde tuttuğu bir kağıdı (Enternasyonal bildirisini) Nâzım’ın yüzüne sallar. Ve o sırada mahkeme başkanı, Nâzım’a: ”Bu beyannâmeyi sen mi yazdın?” diye sorar. Nâzım: ”Hayır!“ diye yanıt verince: Mahkeme başkanı: ”Kim yazdı?” diye sorar. Nâzım: ”Enternasyonal yazdı.” yanıtını verdiğinde, mahkeme heyeti: ”Sanığa soruldu. Cevaben enternasyonal denildiği için müteakip celseye’’ enternasyonalin” celbine karar verilmiştir…” 
İlerleyen duruşmalarda daha da ilginç olaylar yaşanmıştır. Bir sonraki duruşmada savcı, adı duruşmaya sonradan eklenen Kadri isminde birinin üzerinde bulunan Karl Marks’a ait kitabı da Nâzım’ın yazdığını iddia etmiştir. 31 Ocak 1934’te Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Nâzım Hikmet, Nail Vahdeti, Tosun Ömer ve Yonga Ömer hakkında beş yıl mahkûmiyet kararı verir. Hapis cezası alan bu dört kişi 5 Ağustos 1934’te cumhuriyetin onuncu yılı dolayısıyla çıkarılan af sonucu serbest bırakılır.
O günkü duruşmaya tanıklık eden gazeteci İsmet Bozdağ, yıllar sonra (1941) bu kez temsilcisi olduğu Vatan Gazetesi adına Nâzım’la ilgili haber yapmak isteyince belediyedeki işinden olur. Ve bu olaydan sonra Bursa gazeteleri Nâzım’la ilgili haber yapmaya çekinirler.   

Faik BERCAVİ (FAYEK) ‘in Unutamadığı Şair, Unutamadığı Şiir

Faik Bercavi, 1933’te yıl sonu tatilinden yararlanarak eski bir aile dostu olan yaşlı karı kocayı ziyaret için Bursa’ya gelir ve geldikten iki gün sonra Bursa Emniyet Müdürlüğüne bağlı polislerce gözaltına alınır. Beyrut doğumlu olan Bercavi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okurken Nâzım’ın adamı olmak savıyla tutuklanır. Beş yıl hapse mahkum olduktan sonra Nâzım Hikmet’in ısrarları sonucu mahkemenin kararına itiraz eder ve kısa bir süre sonra serbest bırakılır.
“Dalgın dalgın Bursa sokaklarında dolaşıyordum. Böylece Yeşil Cami’ye kadar geldim. Oradaki talebe kahvesinin bir köşesinde yer bulup oturdum. İçimde ne yas ne sevinç vardı. Sanki uzun çok uzun yıllardan beri burada yaşıyormuşum gibi bir duygu genç varlığımı kaplamış bulunuyordu.”
“Hayatım boyunca Bursa’ya gidip bu yerleri tekrar görmeyi ne kadar istemiştim. Her karar verişimde bir engel çıkmıştı ve ben Bursa’yı bir daha göremedim...”
Sonraki yıllarda İstanbul’a yerleşen Fayek, 1938 yılında gazeteciliğe başlar. 2. Dünya Savaşında Hitler faşizmine karşı Bulgaristan, Romanya ve Ukrayna’da savaşır. 1959’da Fransa’ya yerleşir. Resim sanatıyla uğraşır. Çeşitli ülkelerde elliye yakın resim sergisi açar.
Nâzım için şöyle der: “Yaptıkları ve yaşamı, duygularına, yazılarına tastamam uyan bir şair. İnsanlık yönü; şiirlerindeki derinlik, insancıllık ve içlilik kadar engindi.”

Bursa’da Kelepçesiz Bir Gün… 

1936 mayısının son pazar günü Nâzım, bu kez Akşam Gazetesi’nin bir muhabiri olarak Bursa’dadır. Bursa’da yoksul bir emekçi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve geçirdiği sıkıntılı yılların ardından Akşam Gazetesi’nde çalışmaya başlayan “Amcabey” tiplemesinin yaratıcısı Cemal Nadir’in sergi açılışı yapılacaktır. Haber yapmayı hem arkadaşlık hem gazetecilik görevi olarak gören Nâzım, soluğu Bursa’da alır. Bu, onun Bursa’ya kelepçesiz olarak gelip kelepçesiz olarak gittiği son yolculuktur…

Bursa Kalesinde Orhan Kemal’le Aynı Koğuşta

Bin dokuz yüz kırk. Beş aralık. Cezaevi arabası, kuzeyde çınarları güneyde meyve ağaçlarını, pınarları ve Uludağ’ın eteklerine serpilmiş Kızık köylerini geride bırakarak Bursa’ya yaklaşır… Bursa Hapishanesi o zamanlar nüfusu yüz bin kişi olan şehrin dışına düşmektedir. (Bugün Uluyol Caddesi’nde bulunan Yeni Adliye Binasının olduğu yer)

Nâzım, Bursa Hapishane’sine girer girmez eline kağıt kalemi alır ve Çankırı’daki dostu Kemal Tahir’e şöyle der: ”Bursa’dayım. 33 senesinden beri Bursa Hapishanesi’nin duvarları, pencereleri, malta boyları değişmemiş. Ne eskimişler ne yenileşmişler. Hatta o zamandan kalma bir iki mahkûma dahi rastladım…
Oda arkadaşımın adı da Kemal. Senin adın gibi.   Yalnız adı değil sana benzeyen, şiire meraklı, senin gençliğin gibi…”
(Bursa ortada Nâzım solda Orhan Kemal)
Nâzım’ın bahsettiği kişi, önceleri şiire meraklı fakat Bursa Hapishanesi’nde onun yönlendirmesiyle öykü ve roman yazmaya başlayan ve sonraki yıllarda “Arkadaş Islıkları, Gurbet Kuşları, Yalancı Dünya, Hanım’ın Çiftliği, Bir Filiz Vardı, 72. Koğuş…” gibi kitapların yazarı olarak karşımıza çıkan Orhan Kemal’den başkası değildir… Nâzım, Kemal’le yakından ilgileniyor, Fransızca öğrenmesi için destek veriyor ve kendi bilgisini onunla cüretkârca paylaşıyordu… Nâzım, Orhan Kemal’in şiirle uğraşmasına, şiir yazmasına kızardı. Ona roman ya da öykü yazması yönünde telkinde bulunurdu. Onunla Bursa Hapishanesi’nde kaldığı 1943 yılına kadar çok yakından ilgilendi. Kendisi gibi haksızlığa uğratılmış aydınlara şöyle seslendi:
 “Yüklü yemiş dallarıdır kollarımız,
 silkeler durur düşman, silkeler durur bizi.
 ve yemişimizi daha rahat, daha kolay toplamak için,
 vurur prangayı ayağımıza değil, vurur prangayı kafamızın içine...”

26 Eylül 1943’te Orhan Kemal, Bursa Cezaevi’nden tahliye olur. Memleketi Adana’ya gider. Gider ama yüreği, canı Bursa’da kalmıştır. Ve yıllar sonra öğretmenini anımsar ve sarılır kalemine…

Günler geçecek ekmek derdi çökecek omuzlarıma
Fabrika, makinalar tezgahım
Sana şeker kamışı, portakal yollayacağım
Karım yün çorap örecek, her hafta mektup yazacağız
Askere almazlarsa eğer
Unutabilir miyim seni
Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini
Ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz
Müthiş anların küfrünü
Radyonun yanındaki duvara kurşun kalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin
Unutabilir miyim seni hiç ?
Hala beton malta boylarında duyuyorum
Takunyaların sesini !
Unutabilir miyim seni ?
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim
Hikaye şiir yazmayı ve erkekçe kavga etmeyi, senden!                                           

Cezaevinde Yetişen Ressam: Balaban

Bursa Hapishanesi’nde Nâzım’la birlikte değişen bir şeyler olmuştur. Önceleri ona yaklaşmayan hatta ondan korkan kimi mahkumlar onu tanıdıkça yakınlaşmışlardır. Meydancı Bobi Niyazi’nin:  ‘‘Üstad geldi üstad!” demesiyle Bursa’nın hemen yanı başındaki Seçköy’den Balaban’ın koğuşu canlanır. İbrahim Balaban hısmını öldürdüğü için 1942-1945 ve 1948-1950 yılları arasında Bursa Cezaevi’nde Nâzım’la birlikte yatar. Onunla ilk kez cezaevi berberinde karşılaşır. Şairden resim tekniğini öğrenir. Sadece resim tekniğini öğrenmekle kalmaz, Nâzım’dan sosyoloji, felsefe ve ekonomi-politik dersleri alır. Vatan Gazetesi’nde Nâzım’ın da desteğiyle şu haber çıkar: ”Cezaevinde yetişen ressam” Ve yıllar sonra “Şair Baba” diye çağırdığı Nâzım için: ”Bir güneşti ve ben o güneşin içinden doğdum”der.
“İşte seyreyle gözüm, işte insan
Dağın, taşın, kurdun efendisi
İşte poturunda yamalar
İşte karasaban
İşte sağrılarında kederli,
korkunç oyuklarıyla öküzleri…”
(Nâzım’ın Balaban’ın resimleri için yazdığı şiir)
Balaban, şimdi dünyaca tanınan ünlü ressamlarımız arasında olup, yaşamını halen İstanbul’da sürdürmektedir.
1940’lı yılların başında cezaevi müdürü Nâzım’ın dayısı olan Ali Fuat Cebesoy’un (General) yaveri Tahsin Akıncı’dır. Bu nedenle Nâzım’a müsamahalı davranır. Hatta Bursalı  gazeteci İsmet Bozdağ’a göre şairimizin haftada bir gün Çekirge’deki Hayat Oteli’nin  kaplıcasına gitmesine o izin verir.

Hapishane İşliğe Dönüşüyor

Onunla birlikte Bursa Hapishanesi bir işlik haline gelir. Tayyare biçimini andıran cezaevinin üçüncü katında sol taraftadır koğuşu. Koğuşunun penceresinde karanfil ve ıtır saksılar, masada Kemal Tahir’in verdiği daktilo; duvardaki kafeste kanaryası ”Memo”.
Nâzım, Bursa Hapishanesi’nde mahkumların resmini yapar, el işi sandık, tepsi, oymacılık, dokuma tezgahı kurup dokuma işiyle uğraşır; tül perde üretip cezaevi müdürünün izniyle bu ürettiklerini dışarıda satar. Başta annesi Ressam Celile Hanım olmak üzere Kemal Tahir ve      VÂ-NÛ’lara  Bursa Hapishanesi’nden yazdığı mektuplarda bunlardan bahseder. Ve onlardan hapishanede üretilen bu eşyaların satılması için yardım ister.
Bursa’da tercüme yapar, öyle ki Milli Eğitim Bakanlığı ondan Tolstoy’un “Harp Ve Sulh” kitabını para karşılığı tercüme etmesini ister. Bursa’da kaldığı süre içerisinde yazdığı şiirleri, ”Mazhar Lütfi, İbrahim Sabri, Nurettin Eşfak” takma adlarıyla 1938-40 yılları arasında          “Yeni Edebiyat”, 1938 ve aralıklarla 1946 yılları arasında “Ses”, 1943-44 yılları arasında “Yürüyüş”, 1946 yılında “Söz” ve “Yığın”, 1946-48 yılları arasında “Baştan”, “Yeni Baştan” dergilerinde yayınlanır. Kendisi o yılları şöyle anlatır:
“Bursa Hapishanesi’nde çalışıyorum, tercüme yapıyorum. Manzaraları işliyorum, sevgililerimi  düşünüyorum. Tepeden tırnağa hasret, tepeden tırnağa ümitten ibaret bir halde. Bazen yüreğimde yüzlerini bile görmediğim milyonlarca insanın acısı, ümidi; bazen bir tek kadının yumuşak, sıcak dudakları…”
Yine o yıllarda Bursa Hapishane müdürünün kızı Şehnaz Hanım, Nâzım’ın bazı şiirlerinin dışarıya duyurulmasında önemli katkılar sunar.
Nâzım, ülkesinde ve dünyada yayınlanan dergileri, gazeteleri takip eder. Bursa Hapishanesi’nde kaldığı süre içerisinde yüzlerce kitap okur. Okuduklarını beraber kaldığı mahkumları küçümsemeden onlarla paylaşır. Başta Kemal Tahir olmak üzere diğer aydınlarla çevresiyle paylaşır. Ülkemizde Türk ve dünya edebiyatıyla ilgilenenlerin Nâzım’ın,  cezaevinden, arkadaşlarına yazdığı mektuplardan elde edecekleri çok şey vardır.

Bursa Kız Öğretmen Okulu Öğretmenlerinden Cezaevini Ziyaret

Yıllar önce, adını şu an hatırlayamadığım Bursalı bir gazeteci bana: ”Nâzım, cezaevi bahçesinde dolaşırken sürekli ‘Ninna yarim ninna’ türküsünü söylermiş. ” demişti. Yine aynı türküyü söylediği bir sabah, üstelik cezaevinde bazı mahkumların ona selam vermekten çekindiği ; Bursa basınının onun hakkında yazı yazmaktan kaçındığı bir dönemde 1944 yılının bir Pazar sabahı cezaevinin demir kapısı açılır.  Şu an benim de görev yaptığım ve o zamanki adıyla” Bursa Kız Öğretmen Okulu” (Bursa Kız Lisesi) öğretmenleri, Nâzım’ı ziyarete giderler.  Nâzım, Pedagoji öğretmeni Şevki Bey ve Nebahat Sütunç başta olmak üzere on kişilik öğretmen grubuna dokuma atölyesini, kendi koğuşunu gezdirir; kanaryası Memo’yu tanıtır. Nebahat Sütunç, Nâzım’ın o yıllardaki odasını şöyle tanıtır: ”Tabandan oldukça yüksekte demir parmaklıklı pencere, kapının karşısındaki duvara paralel, haki battaniye ile örtülü karyola, karyolanın sol karşısında önünde bir tahta iskemle bulunan tahta kare masa üzerinde bir yazı makinesi. Karyolasının başında annesi tarafından yapılmış iki yağlıboya tablo. Kapının karşısındaki duvarda kırmızı kalemle işaretlenmiş Orta ve Doğu Avrupa haritası. Her gece 22.30 radyo haberlerini dinler, Hitler ordusunun girdiği yerleri işaretler, sonra yatarmış.
Birlikte çaylar içilmiş sohbetler edilmiş ve ayrılık vakti gelmiştir. Bursa Kız Öğretmen Okulu öğretmenlerinin o gün oraya gitmesini ve Nâzım’la tanışmalarını sağlayan Şevki Bey, Nebahat Sütunç’un anlatımına göre yeni ders yılı başladığında okuldaki görevinden büyük bir olasılıkla alınmıştır...
Hitler’in Yenilgisi Ve Hapishanedeki  Casus !
1940’lı yıllar, Türkiye’de tek parti rejiminin baskıları, dünyada Hitler faşizminin saldırıları sürmektedir. İkinci Dünya Savaşı milyonlarca insanın ölmesi, sanatçıların, sanat eserlerinin yakılıp yıkılmasını beraberinde getirmiştir. Nâzım gelişmeleri radyodan takip eder. Hitler ilerledikçe siyatiği, karaciğer ağrıları artar, kıvranır, durur. Elleri dil olur, başlar yazmaya:

Tanya,
Bursa Cezaevi’nde karşımda resmin.
Bursa Cezaevi’nde.
Belki duymamışındır bile Bursa’nın adını.
Bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir.
Bursa Cezaevi’nde karşımda resmin.
Sene 1941 değil
Sene 1945.
Moskova kapılarında değil artık
Berlin kapılarında dövüşüyor seninkiler,
Bizimkiler,
Bütün namuslu dünyanınkiler.
Tanya,
Senin memleketini sevdiğin kadar
Ben de seviyorum memleketimi.                                                                                                                             ...           
7 Mayıs 1945’te  öğle radyosunun verdiği haber Bursa Hapishanesi’nin duvarlarına çarpar, koğuşlarda yankılanır. Mahkumlar sessiz, hapishane sessiz Uludağ sessizdir. Duymak değil görmek ister gibi sesin geldiği yere bakarlar. Radyo tekrar eder: ”Almanya kendi topraklarında kayıtsız şartsız teslim olmuştur! ”Nâzım’ın sesiyle dağılır sessizlik: ”Yaşasın!.. Yaşasın!.. Dünya kurtuldu ! ”
Nâzım bu habere sevinmişti ama Bursa Hapishane revirinde sıhhiye göreviyle çalıştırılan bir hükümlü Türk, sinir krizleri geçirmişti. Daha sonra bu kişinin Almanya adına casusluk yapan bir teğmen olduğu ortaya çıkmıştır. 

Gece 21-22 Şiirleri

Nâzım, Bursa Hapishanesi’nde 21.00-22.00 saatleri arasında Piraye için şiirler yazmış ve gece bu saatler arasını sadece ama sadece onu düşünmeye ayırmıştır. 32 şiirden oluşan “21-22 Şiirleri”nde aşk, yaşama sevinci ve dünya görüşü içiçedir. 25 Eylül 1945’te koğuşunun penceresine yaklaşır, gecenin karanlığında yıldızlara bakarak başlar dizelerini mırıldanmaya…

En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür...

Pirâye ise Nâzım’a Bursa Hapishanesi’nde şunları söyler: ‘‘Sen Bursa Ovası gibi yumuşak, yeşilliği rahatça fışkıran, az emekle çok verensin. Bundan dolayı ruhunun zıddı olan Çankırı iklimini seviyorsun. Ben ise, Çankırı gibi haşinim, bundan dolayı Bursa iklimini seviyorum. Zaten birbirimizi de bundan dolayı seviyoruz.

Baskıların Arttığı Yıllar

Tahsin Bey, ardından Kutsi Bey’in cezaevi müdürlüğü döneminde pek fazla rahatsız edilmeyen Nâzım, daha sonraki müdürlerin baskıcı uygulamalarına maruz kalmıştır. Bu yıllarda zorla saçları kesilmiş ve cezaeviyle birlikte kendisine bazı kısıtlamalar getirilmiş; örneğin kaplıcalara gidişi yasaklanmıştır. Diğer yandan hükümette görevli bazı yöneticilerin af söylemlerinin boş çıkması ve Nâzım’ın yaptığı itirazların sonuçsuz kalması, onu üzmüş; fakat direncini yaşam tutkusunu elinden alamamıştır.
Oğlunun bu durumuna üzülen Celile Hanım, Adana’daki kızı Samiye’nin yanından ayrılarak Mart 1949’da Bursa’ya gelir. Abdal Caddesi Eski Hamamaltı Sokak 65 Numaralı eve yerleşir.
Nâzım, Açlık Grevine Balaban’la Sohbeti Sırasında Karar Verir…
Seçköylü Balaban birkaç yıl aradan sonra yine Bursa Hapishanesi’ndedir. “Şair Baba”sıyla avluda dolaştığı bir gün, Nâzım ona oruç tutup tutmadığıyla ilgili sorular sorar. Sohbetin ilerleyen anlarında aklına “açlık grevi” yapma fikri gelir, takılır. On yıldır cezaevinde suçsuz yere tutulduğunu, artık yapacak başka bir şeyi kalmadığını söyleyerek açlık grevine gitmeye karar verir.
7 Nisan 1950 tarihli “Son Posta Gazetesi”nde Nâzım’ın Bursa Hapishanesi’nde açlık grevi yapacağı duyurulur. 8 Nisan 1950’de açlık grevine başlar. Aynı gün savcının talimatıyla  Heykel’deki Adliye binasına getirilir. Savcı, onunla kısa bir görüşme yapar. Tekrar Bursa Hapishanesine götürülen Nâzım, kanaryası Memo’nun sesini son kez dinleyecek ve Bursa şehrini, demir penceresinden son kez seyredecektir.

Bursa’daki Son Gün…

Yıl: 1950, Nisan’ın sekizi. Saat: 18:00. Nâzım, Tophane sırtlarındaki Bursa Memleket Hastanesi’ne (Bugünkü Devlet Hastanesi) getirilir. Buradaki doktor kısa bir muayeneden sonra onu İstanbul’a sevk eder. Nâzım on yılını geçirdiği bu kentten, aynı gün içinde iki sivil polis eşliğinde ayrılır. Açlık grevine İstanbul’da devam eder.

Nâzım’a Destek Veren Yaşar Kemal Ve İşçiler Tutuklanır…

Türkiye’de ve dünyada Nâzım’a destek kampanyaları sürer. Adana’nın Kadirli ilçesinde Nâzım’ın şiirlerini okuyan işçiler tutuklanır, Nisan 1950’de yine Kadirli’de  Şair Kemal Sadık Gökçeli, Nâzım’a özgürlük istediği için tutuklanır. Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan bu kişi sonraki yıllarda ustalaşıp sesi sınırları aşan romancımız Yaşar Kemal’den başkası değildir.

Bursa’dan Bir Nâzım Geçti…

Vâlâ Nurettin’in “Bu Dünyadan Nâzım Geçti” sözü elbette ki daha kapsayıcıdır. Ama ben yine de “Bursa’dan Bir Nâzım Geçti” denmeli diyorum. Denmeli çünkü: On üç yıl boyunca hem öğrenciliğine hem öğretmenliğine tanık olmuştur Bursa şehri... Hapishanede kalan yüzlerce insanın dünyasını değiştirmiş; onlara cezaevi pencerelerinin ardındaki, Uludağ’a farklı açılardan bakmalarını öğretmiştir. Onları şair etmiş, yazar etmiş, ressam etmiştir. Zihinlerde yer eden, dudaklarda tat bırakan şiirlerini;  sevdayı, kavgayı, umudu anlatan şiirlerini, Bursa’da yazmış; ‘‘memleketinin insan manzaralarının” resmini Bursa’da karlı, lodoslu, güneşli havalarda çizmiştir. Yine şiirlerindeki kimi toplumsal katmanlara ait karakterleri Bursa’dan seçmiştir.
                                                                                                                                          
                                                                                                                       Uludağ, Bursa.
Bursa düşman elindeyse de
kâr getirmez değildir
esrar tekkesi ve kumar kahvesi açmak.
Ezildikçe bazıları insanların
daha çok esrar içer
daha ümitsiz kumar oynar.

Nâzım Hikmet Yetiştirmesi Tahrikçi Tutuklandı!

Yıl  3 Ekim 1947. Bursa’da yayınlanan “Doğru Gazetesi”nde birinci sayfadaki haberin başlığı şöyledir: ”Nâzım Hikmet’in Yetiştirmesi”. Haber şu şekilde devam eder: ”Mudanya’da adam öldürdüğü için yedi yıl yatıp çıkmış Cepneli Halil Cengiz, tahrikçilik yaparken bir kahveci tarafından yaralandı. Adı geçen kişinin Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’in yetiştirmesi olduğu anlaşılmış ve tutuklanmıştır.”
Sonraki yıllarda yukarıdaki gibi çok olay yaşanır Bursa’da. Cezaevine orman kesmekten girmiş, adam öldürmekten girmiş, birçok mahkumun dışarı çıktıktan sonra benzer gerekçelerle saldırıya uğradıkları ya da gözaltına alındıkları görülür.

Bu Göl İznik Gölü'dür…

Bursa-İstanbul karayolunun 40.kilometresinden sağa döndüğünüzde eski Osmanlı evlerini dağa serpiştirmiş Karsak Köyü’nün yanı başından geçerken; etrafı dağlarla çevrili İznik Gölü’nün kıyısında gümüş zeytinlikler boyunca canlı bir yaşamın devam ettiğine tanık olursunuz. Yüzyıllar öncesinde Şeyh Bedrettin; Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa, yakın arkadaşlarıyla birlikte İznik'te kurdukları bir tarikatla, Anadolu ve Rumeli'de düşüncelerini yaymaya başlamışlardı. ‘‘Yarin yanağından gayrı her şeyin insanlar arasında ortak,  paylaşılabilir” olmasını bir eşitlik ilkesi olarak görmüş; Osmanlı toprağında yaşayan halklar arasında, din farkının kaldırılmasını savunmuşlardı.
Bu kasaba, İznik kasabası.
Bu ev,  esnaf mahallesinde bir ev.
Bu evde
bir ihtiyar vardır Bedreddin adında.
Boyu küçük
sakalı büyük
sakalı ak.
Çekik,  çocuk gözleri kurnaz
ve sarı parmakları saz gibi.

Bedreddin
ak bir koyun postu üstüne
oturmuş.
Hattı talik ile yazıyor
«Teshil»i.
Karşısında diz çökmüşler
ve karşıdan
bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona.
          
İznik Müşküle Köyü Ve Çınarın Öyküsü…

İznik  ve Bedreddin için yukarıdaki dizeleri söyleyen Nâzım’a, İznik ilçesinin  üzüm ve zeytinleriyle ünlenmiş Müşküle Köyü’nde ölümünün birinci yıldönümünde vasiyetine uyularak bir çınar dikilir.
2006 Şubat ayının ilk haftasonu ziyaret ettiğimiz Müşküle’de, 27 Mayıs müdahalesinden sonra köy muhtarlığı yapmış  Fevzi Kavuk (76) ve Ahmet Yılmaz’la (73) Eğitim-Sen İznik Temsilcisi arkadaşlarımızla birlikte (Hakan Gülsüm, Mehmet Bakır) köy kahvesinde görüştük. 1960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) İzmir’deki I. Kongresini yaşamış; burada Yaşar Kemal ve Şükran Kurdakul’la tanışmış ve 1964 yılında TİP Bursa Örgütünün kuruluşunda aktif görevler almıştır. Fevzi Kavuk, 1966 yılında Malatya’da yapılan TİP Kongresine “Şair Baba’nın ressamı” İbrahim Balaban, Avukat Şükrü Akmansoy ve Gürbüz Akkök’le birlikte Bursa Delegesi olarak katılır ve Kongre sonucunda TİP Genel Yönetim Kuruluna; Mehmet Ali Aybar’ın istifası sonrasında ise Şaban Yıldız Başkanlığındaki Merkez Yönetim Kuruluna girer. 12 Eylül’le birlikte tutuklanır Bursa Cezaevi’nde yatar. On buçuk ay sonra serbest bırakılır.

Müşküle Köyü’nden Ahmet Yılmaz, Fevzi Kavuk

Fevzi Kavuk ve Ahmet Yılmaz’ın Nâzım ve Nâzım’ın yakın dostlarıyla ilgili anlatımları şöyle: ‘‘Şair İsmail Başaran bizim köylüdür. Nâzım Hikmet’le Bursa Hapishanesinde yatmıştır. Hapisten çıktıktan sonra onun şiirlerini köye getirip gençlere okurdu. Balaban, Başaran ve Eyüp Kültekin, Nâzım’la yatmış kişilerdi. Biz Nâzım’ı onlardan dinlerdik.
Nâzım garibanlara sahip çıkarmış. Eyüp Kültekin içeri cinayetten girmiş. Baştan Nâzım’a çok kızıyor. Sonradan canciğer oluyorlar. Eyüp Kültekin hapisten çıktıktan sonra Nâzım’ı ziyarete gidiyor ve onu cezaevinden kaçıracağını söylüyor.”
Peki Müşküle Köyü’ne başka kimler geldi?
“Partiden Nihat Sargın, Şükran Kurdakul,  Turgut Kazan, Ataol Behramoğlu, Kemal Tahir, Samiye Yaltırım (Nâzım’ın kız kardeşi) Balaban, Şahap Bakırsan…”
Çınarı nasıl ve kiminle diktiniz ?
“Nâzım’ın şiirinden esinlendik. Yaşar Kemal’e sorduk, ‘iyi olur’ dedi. TİP Bursa İl Başkanı Emin Canpolat geldi. 4 Temmuz 1964’te diktik. Tutmaz dediler ama tuttu. Çok boy verdi. Çınarın altında düz taş vardı. Oraya Nâzım’ın resmini kazıyarak yapacaktık, olmadı. Nâzım için çınar dikildiği her yerde duyuldu. Çok ziyarete gelen oldu. Çınar Rıfat Talan’ın arazisindeydi. Zeytinlere gölge oluyor bahanesiyle ilk çınarı kesti. 1979 yılındaydı. Ben yurt dışındaydım. Ama asıl neden korkuydu.”
Sonra ne oldu ?
“Sonra kök tekrar filizlendi. Büyüdü. 1 Mayıs’larda ziyarete geliyorlardı. Jandarma yolları kesip çınar bekliyordu. Çınarı tekrar kestiler. Üzerinde ateş yaktılar.”
Çınarın Yerini Kimseye Söylemeyiz…
Bir çınar daha diktiğiniz söyleniyor?
“Sadun Aren’le dikilen bir çınar var. Nerede olduğunu üç-beş kişi biliyoruz. Gizli tutuluyor. Bilinmesini istemiyoruz. Nâzım için bakıyoruz. Gösteremeyiz…”
O sırada Ahmet Yılmaz (TİP İznik İlçe Başkanı 1975-76) söze girer: -“Çınar büyüyor. Gizli. Kimseye göstermiyoruz. Nâzım’ın şiirlerini çok okudum hala okuyorum. Nâzım’ın boy resmi evimde asılıdır…”
Fevzi Kavuk ve Ahmet Yılmaz’ın bu sözlerinden sonra sonuç paragrafı yazmaya gerek var mı bilemiyorum. Tek bir söz kalıyor geriye: “Bursa’dan bir Nâzım geçti...”  
Yazan: Güney ÖZKILINÇ / Edebiyat Öğretmeni 
                                                                                                                                                                                                                                                      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder