11 Nisan 2012 Çarşamba

BABA SULTAN: BU TOPRAĞI MAYALAYAN BÜYÜK RUH


Prof. Dr. Bilal Kemikli
Burada bir büyük ruhu anmak için toplandık… Büyük ruh, büyük mezar.
Nurettin Topçu merhum der ki, “Büyük vatanlar, ancak büyük mezarların üzerinde kurulur.”
Bugün burada konuştuğumuz Baba Sultan yahut Geyikli Baba, bu büyük vatanı bize hazırlayan büyük ruhlardan birisidir.
Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminin mânâ önderlerinden birisi… 
Milli tarihimizin kahra­manlarından, gazi-derviş tipinin temsilcilerinden biridir.
Meseleye buradan bakınca, bir Alp-Eren’in huzurunda olduğumuzu görüyoruz.
Kültürümüzdeki Alp-eren tipi, Hz. Ali’nin manevi şahsiyeti etrafında teşekkül etmiştir. Yiğittir, kahramandır, savaş sanatlarını bilir; ama Hak karşısında boynu eğiktir, toprak gibidir, mütevazi, bereketli, üretken, öfkesine hakim olan, hırs ve hasetlik gibi yakıcı huylardan azade olmuş, özgürleşmiş, ilimle aydınlanmış kişi… Er kişi. Şâh-ı merdân.
Er olmak, sadece kaba kuvvete sahip olmakla, bir kısım kasların gelişmesiyle olmuyor… Er olmak, tahammülle, sabırla, anlayışla ve öfkeyi yenmekle oluyor.
Bu toprağı mayalayan, bizi biz yapan, bir millet yapan ruh, işte bu er kişi ruhudur.
Büyük ruh derken bendeniz bunu kastediyorum: Bedenen  güçlü olacaksın, yiğit olacaksın; ama en önemlisi ilmen ve aklen güçlü olmak… Bu ikisini bir araya getirenler, Alp-Erenlerdir.
Çünkü maya, dille olur, sözle sohbetle olur.
İnsan, ya sözle ya gözle mayalanır derler…  Çünkü kültür böyle intikal eder. 
O zaman, söze dönüşecek bir ilim lazım… Gözün, sabırla, güzel ahlakla düzeltilmesi, doğru bakacak hale gelmesi lazım.
Eğer böyle olursa, insanı mayalar, yarınları kurarsınız. Sadece insanı mı? Çevreyi ve diğer mahlukları da… Nitekim Baba Sultan’a kaynaklarda Geyikli Baba denildiğini biliriz. Neden Geyikli Baba?
Geyikli Baba, burada andığımız Alp-Eren’in asıl adı değil, lakabıdır.
Bu lakap, menkıbelere bakılırsa, onun tabiatla iç içe, hilkatle barışık olmasından kaynaklanıyor. Hakkın yarattığı varlıkla barışık, onları olduğu gibi kavrayan, kucaklayan ve seven bir zihniyet… İşte insanlığın kaybettiği zihniyet, bu zihniyettir. Çevreyi tahrip ettik, şimdi onu yeniden kurtarmak için milyarlarca fon ayırıyoruz… Bugün insanlık, Geyikli Baba’nın yahsında temsil eden Alp-Eren’i kaybetti.
Geyikli Baba, tabiatla öyle barışık ki, ge­yiklere binip gezermiş, onlarla bir­likte yaşarmış. Tabi, bu bir menkıbe, ama hakikat payı yok mu? Elbette var.
Tarihi açıdan bir de şunu bilmemiz lazım: Geyikli Baba tabiri, bir kalenderi derviş olan,  Baba Sultan’ın sırtını geyik postuyla örtmesi, onunla gezmesiyle de alakalıdır. Geyik postuna bürünmüş, bir gönül adamı…
Kimdir bu büyük ruh? Nerelidir? Nerede doğmuştur? Asıl adı nedir? Neler yapmıştır?
Bu sorular etrafında, kültür tarihimizin temel kaynakları farklı cevaplar verir. Tıpkı, bu toprağı mayalayan diğer büyük ruhlar gibi, hayatı sırlıdır. Tarihsel hayat değil, yapıp edilen, yaşanan hayat öne geçiyor. Yaşanan hayat, halk muhayyilesinin dokuduğu hayattır. Yenilerin söylence dediği, ama asıl itibariyle menkıbevi hayat…
Rivayetlere bakılırsa, adı Hasan’dır.
Bursa’nın kültürel tarihine ışık tutan kadim müelliflerden İsmail Belîğ, onun adını Ulvî Baba olarak kaydeder. Bu doğru mu? Bilemiyoruz…. Lakin dilimizi mayalayan Yunus Emre’miz diyor ki:
Geyiklü’nün ol Hasan söz eyitmiş kendüden
Kudret dilidür söyler kendünün söz nesidür
Demek ki, Yunus’un da tanıdığı, yahut en azından namını duyduğu bir kişidir. En önemlisi de, ismi Yunus’un nezdinde Hasan olarak bilinmektedir.  Yunus, bu beytin evvelinde Mevlânâ’dan da bahseder. Der ki,
Mevlânâ Hüdâvendigâr bize nazar kılalı
Anun görklü nazarı gönlümüz aynâsıdur
Mevlânâ’nın meclisine ermiş, ondan feyz almış… Ancak bu eriş, bu bulunuş fizikî midir, manevî midir? Bunu bilemiyoruz; ama oradan feyz aldığı belli. Bu yüzden de, “görklü nazarı gönlümüz aynâsıdır” der.
Acaba diyorum, Yunus Geyikli Baba’nın da meclisinde bulundu mu? Bulunmuş olabilir mi? Tarihi kayıtlar bu soruları sağlıklı bir şekilde cevaplandırmamıza elvermiyor.  Lakin Yunus’tan şunu öğreniyoruz, Geyikli Baba “kudret diliyle söz söylermiş.”  Demek ki, sözü sohbeti olan bir Alp-Eren’in huzurundayız.
“Kudret dili” ne anlama gelir? Bu nasıl bir dildir? Nereden tahsil edilir? Bir öğrenme metodu var mı?
Kudret dili ki, Yunus buna bazen kuş dili de der; çok özel, çok farklı bir dil. Bu dil, tecrübenin, müşahadenin ve murakabenin dilidir. Tecelli denilen çok özel bir bilgi ağının dili… Gönül dili diyelim isterseniz. Gönül dili, gönülden söylenen dil.
Bu toprağı mayalayan büyük ruhlar, işte hep bu dili kullandılar… Gönül diliyle, gönülden geldiği gibi konuştular, gönüller yaptılar, gönüller kazandılar.
Bu topraklar, işte bu dille vatana dönüştü.  Bu dile, isterseniz siz sevgi dili deyin… Evet, sevgi dili. Neyi? “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” dediği gibi Yunus’un, bütün bir kâinatı sevmek… Yaratılmışı sevmek. Hor görmemek, küçük görmemek.
Bunlar basit cümleler gibi, ama gerçekte ne kadar da zor… Ne kadar da sıkıntılı bir haldir sevmek.  Geyikli Baba, bana sorarsanız Sevgi Baba’dır… O yüzden Baba sultan diyoruz ya. Seven, sevmeyi öğreten büyük ruh!
Rivayete göre, Geyikli Baba, Orhan Bey zamanında Anadolu'ya,  Azerbay­can’dan,  Hoy'dan gelmiştir. Beraberinde gelen öğrencileriyle İnegöl yakınlarına yerleşmiştir. Bazı menkıbeler onun, tıpkı kendisi gi­bi geyiklere binmiş öğrencilerinin eşliğinde Bursa'nın fethine katıldığını nakleder.  Acaba bu doğru mu? Bunları tartışmıyoruz; menkıbe, en azından Geyikli Baba’nın Alp-eren kişiliğini teyit ediyor.
Bazı kay­naklarda anlatılan menkıbelerde Geyikli Baha'nın başka fetih hareketlerine de katıldığını nakleder. Mesela Kızılkilise’nin fethine katılmıştır. Böylece efsanevi bir şahsiyet ortaya çıkmıştır…
Burada bir hususu belirtmekte yarar var. Geyikli Baba, öyle sadece tabiat içinde yaşayan, fetihlere katılan sonra insanlardan uzaklaşan bir kişilik değil. Nitekim onun Orhan Gazi ve onun yakının­daki bazı devlet adamlarıyla dostluğundan söz edilir. 

Geyikli Ba­ba, Orhan Gazi’ye yakınlığıyla tanınan Turgut Alp’le dosttur. Hatta Turgut Alp’in Geyikli Baba’nın mü­ridi olduğu da söylenir. Turgut Alp, Orhan Gazi'ye kendisinden bahsetmiş… Menkıbelerini dinleyen sultan,  Baba’yı görmek ve duasını almak için huzura davet etmiş.  Geyikli Baba,  önce bu davete itibar etmemiş.  Daha sonra ısrar üzerine, bir gün bir çınar fidanı alarak  Orhan Gazi’yi ziyarete gitmiş ve o çınarı sarayın bahçesine dikmiştir.
Bu görüşmeden mem­nun kalan hükümdar kendisine İnegöl bölgesini bağışlamak istemiş, fakat Ge­yikli Baba yalnızca dervişleri için inşa edeceği bir zaviye yerinden fazlasını ka­bul etmemiştir.
Burada, sultana hediye olarak çınar fidanını götürmesi anlamlıdır…  Çınar, uzun ömürlüdür. Hediyesiyle, hem sultana hem de devlete uzun ömür dileyen bir derviş davranışı bu. Sembollerle konuşmak, kudret diliyle konuşmak bu olsa gerek… Fazla kelama gerek yok, iş yap, eser ortaya koy. İşte bakın, en güzel hediye, çınar fidanı.
Toprağı vatan kılmak, orayı işlemekten geçiyor.  Toprağı fidanı dikmekle… İnsan toprağını sözle mayalayan büyük ruhlar vatan toprağını baştan sona çınarlarla süslediler.
Burada tabi, derviş nasıl olur sorusuna da cevap buluyoruz. Nasıl mı? Kendisine hünkar tarafından kocaman bir şehir hibe ediliyor, ama o, “hayır” diyor, “hayır, bize bir zaviye inşa edecek kadar bahçe verilmesi yeter.”
İşte bu, kanaatkar olmak. Yeter, demek. Yeterli bulmak…
Şimdi bu tüketim çağında, kaybolan kelimelerimiz bunlar: Kanaat etmek ve yeter diyebilmek… Değil bir İnegöl, başlı başına bir dünya verseler, ikincisinin peşine düşeceğiz.
Baba Sultan’ın huzurunda, tarihi ve anı bir arada yaşıyoruz. O, sanki mana diliyle hala konuşuyor. Er kişi olun, er olun diyor. Er olmak, sevgiden, ilimden, kanaatten geçiyor… Sevgi dolu gönüller, ilimle aydınlanan akıllar ve sahip olduklarıyla yetinen duygular… İşte büyük ruh olmanın yolları bunlar olsa gerektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder